Seaweed translate English
432 parallel translation
Ve burada da kayada ve yosunların üzerinde kaya midyelerini görüyorsunuz ki bu seviyede büyümüşler.
And you can see these barnacles on the rock and seaweed, which grow up to that level.
Bukalemunun sahip olduğu gibi kavrayıcı bir kuyruğu sahip olan tek su canlısıdır, su yosunlarına ve diğer denizatlarının boynuna tutunabilir.
It is also the only fish to have, like a chameleon, a prehensile tail which enables it to attach itself to seaweed or another seahorse's neck.
Deneyi deniz yosunu ile yapmıştım.
It was an experiment with seaweed.
Aklı başında kimse yosundan şalına patron çıkartmaz.
No sane person would think about using seaweed as a pattern for a shawl.
Yosun.
Seaweed.
Rüzgâr şamdanınızı söndürdü, yosun yüzünüze dolandı...
Wind blows out your candles, seaweed touches your face...
Yosunu hatırladınız mı?
Remember the seaweed?
O nedir, deniz yosunu mu?
What is that seaweed?
- Zaten çamur ve yosunla doludur içi.
- She's full of mud and seaweed.
Deniz yosunu.
Seaweed.
O yosunu görüyor musunuz?
Seaweed. That's a living thing.
Deniz yosunundan yapılmış purolar içiyormuş.
They say she smokes cigars made of seaweed.
En düşük hızda gitse bile 3 bin km. gitmeye dayanacak kadar su yosununda korudum ıstakozları.
I've kept lobsters in seaweed... for as long as it would take your slowest freight to go 2,000 miles.
Yosun kutularında mı?
Seaweed canisters?
Şu tuhaf yosuna bak.
Dig this crazy seaweed.
o yosun değil.
That's no seaweed.
Senin gibi otostop yapan hiç görmedim. Yosundan şortunuzla ne komik görünüyordunuz.
I've picked up a few hitchhikers, but you were a weird sight, running along in seaweed shorts!
- Deniz yosunu.
- Seaweed.
Şirketim Pacific Edible Seaweed, Fresno'da.
Pacific Edible Seaweed Company and it's in Fresno.
Kocanın 40,000 dolar borcu var, bunun 15,000 doları da benim param çünkü su ürünleri şirketine bu parayı yatırmıştım.
It's because he has sunk $ 40,000, including $ 15,000 of my money into a company that makes seaweed for people to eat.
Balık, yosun, kaplumbağa yumurtası artık ne bulursak ve buna yılan ve kertenkele de dahil.
Fish... seaweed... turtle's eggs... anything we can eat, including snakes and lizards.
Biraz daha patates ve yosun, haftalarca bize gider.
If we had potatoes and seaweed, we could last for weeks!
Evet ama donmuş bir denizyosunu gibi.
Yes - but of frozen seaweed! Funny shape...
Yosuna benziyor.
Looks like seaweed.
Brownie'ler yosun daha çok duman çıkarır derdi.
The Brownies say that seaweed makes more smoke.
Deniz yosunu ya da her neyse ona benzer şeyleri topluyoruz.
We're picking up seaweed, or whatever that is.
Yosuna benzer maddelerin içinden geçmiştik ya!
That stuff we passed through that looks like seaweed?
Yosun dolması.
Stuffed seaweed.
Ahtapot, tempura, teriyaki soslu tavuk soslu yosun, haşlanmış yılan balığı.
Octopus, tempura, chicken teriyaki seasoned seaweed, boiled eel.
Bu benim yeteneğim.
It's my seaweed.
Yosunlar bedenini sarıyor.
Seaweed is wrapped around his body.
Aşağıda deniz yosunu yoktu.
No seaweed below.
Yosun tutmuş gibi.
It's like seaweed.
Delphine'de beni çeken ilk şey hareketlerinin bir yosun gibi olmasıydı.
What first drew me to Delphine was the way she moved... like a piece of seaweed.
Deniz yosunu mu?
Seaweed?
Seninkine de yosun koyayım mı?
You want seaweed on yours?
Canlı canlı haşlanıp yosunlara sarılıyor... ve trenle buraya yollanıyor.
Broiled alive, packaged in seaweed... and shipped out here by train.
Ve yaz, deniz yosunu ve karınca tepeleri kokardı.
And summer smelled like seaweed and anthills.
Ciğerlerinde su vardı. Ağzının kenarlarında tuzlu su, elbiselerine takılmış yosunlar.
He had water in his lungs... salt water around his mouth, seaweed in his clothes.
Istakoza döndüm burada.
I got seaweed on here.
Kısık ateşte biraz mercimek pişirdim ve bunu son olumlu eylemim olarak görüyorum.
Listen, I've stewed up some lentils and seaweed as a..... last positive action.
Deniz yosunu toplanıyor, özleri çıkarılıyordu.
They gathered seaweed and extracted the chemicals.
Palmiye yaprakları kesip, bunları kurumuş yosun ve sümükle bambulara bağlayarak oyalanıyorduk.
We busied ourselves chopping palm fronds and lacing them to bamboo with dried seaweed and snot.
Pirinç, çiğ balık ve deniz yosunu.
Rice, raw fish and seaweed.
Yağ taneciklerinin mücevher gibi parıldayışını, şinacku köklerinin ışıltısını, deniz yosunlarının hafifçe batışını, taze soğanların yüzüşünü seyret.
Jewels of fat glittering on the surface. Shinachiku roots shining. Seaweed slowly sinking.
Bilirsin,.. ... yosunlar genellikle balık tutmak için iyi bir yem değildir.
You know, seaweed's generally not considered to be the best lure for fishin'.
10,000 tene GI Joe alıyor onlara solungaç takıyor, parmaklarına da perde, sonra yosun gibi kâğıtlarla paketliyor.
He takes 10,000 Gl Joes,..... slaps some gills on'em, webs their feet, packages them in seaweed. Oh...
"Günün birinde, bu kadim yaratık üzeri yosunlarla kaplı şekilde denizin derinliklerinden çıkmış ve Londra halkını yutmaya başlamış."
"One day, the prehysterical beast... " rose from the watery depths, covered with seaweed... "and began to swallow the London citizens by the dozen."
# Yosunlar göllerden daha yeşil
♪ The seaweed is always greener ♪ In somebody else's lake
Canım denizden çıkma bir şey isteseydi balık yerdim.
Seaweed and kelp. If I want something from the ocean, I'll eat a fish stick.
Deniz kenarındaki bir krallıktayım boylu boyunca açık körfezlerin olduğu ve dalgaları durduran tıknaz dalgaların olduğu ve süzülen martılar gibi uçan balıkların ve kalbini dolduran planktonların ve kıpkızıl somon balıkların, cennetten fırlayan ; deniz anaları ve mor deniz yosunları ve de kışın kayaların yosun tuttuğu.
In a kingdom by the sea, along clear gulfs, and plump waves to stop the waves, and flying fish, gliding like gulls, and plankton to your heart's content, and red salmon leaping from the heavens, the sour jellyfish and purple seaweed, and the winter's kelp..