Selling translate English
11,743 parallel translation
Sayın Yargıç, Bay Robert Hlavin GHB satma amacıyla, üretimini yaparken yakalandı,... Bay Pierre Paul ise satarken yakalandı.
- I know, but try. Your Honor, Mr. Roland Hlavin was caught manufacturing GHB with the intent to sell, and Mr. Pierre-Paul was caught selling it.
Roland, 50 galon bidonlarla GHB satarken yakalandınız.
Roland. You were caught selling 50-gallon drums of GHB.
Ben de senin söylediklerini yutmuyorum.
I mean, I wouldn't be buying what you're selling either.
April, beni ikna etmene gerek yok.
April, you can stop selling him. Okay?
Kaset falan satarak başladı...
He went around selling videotapes and...
Resmen birisi sahte doğum raporları hazırlayıp onları dünyadaki... diğer Jack Fuller'lara satıyor.
Mmm-hmm. Precisely. Someone is creating fake birth certificates and selling them to the Jack Fullers of the world.
Kendi babamı satmam gerekecekse hayır. - Ne?
Not if it meant selling out my own father.
Ginny'in evini satmıyorum.
I'm not selling Ginny's house.
Teröristlere semtex satmak yardım etmekten daha fazlasıdır.
Selling semtex to terrorists is more than helping out.
Mağaza bu sabah Rusty'i aradı, bezler satılıyormuş.
The store called Rusty this morning, and, uh, the things are selling.
Çocuk bezi satışı için birkaç farklı fikrim var.
So, I got some feelers out to people about selling the diapers.
Beckett, Vulcan Simmons'ın sattığı eroinle % 100 eşleşti.
Beckett, it's an exact 100 % match to the heroin Vulcan Simmons was selling.
Eşi benzeri olmayan parlak turuncu şişede satılıyor.
Its unique selling point is the bright orange bottle.
Yabancı aksan kendini satarken sana çok yardımcı oldu.
A foreign accent must come in handy, when selling yourself as one.
Onları satacak mısın?
You're selling them?
- Blomfeld onları başka birine sattı.
- Blomfeld's selling them to a third party.
Kusura bakmayın ama size cupcakelerimizi satmak istemiyoruz.
Sorry, but we're just not comfortable selling you our cupcakes.
Hâlâ kızının beyzbol takımı için çikolata satıyor musun?
Are you still selling chocolate bars for your daughter's baseball team? - Mm-hmm.
Bu sebeple Tuckerlar'ın meşhur sosundan çok daha fazla yapmışlar ve biz de onları pazarda satıyoruz.
Tomatogeddon. So they made an extra-large batch of Tucker's famous, and we're selling it at the Farmers'Market.
Artık orada ne satılıyorsa insanların para harcayası kalmıyor herhâlde.
After buying whatever they're selling, I'm guessing people are plum out of spending money.
- Peynir ekmek gibi satılıyor.
- It's selling like hotcakes.
Gloria, pazarda bunu satmamız gerek.
Gloria, this is what we need to be selling at the Farmers'Market.
Yardakçıların onları satıyordu.
Your minions were selling them.
Bu yüzden de bunu satmayı kesin ki bunu yapamasınlar.
So stop selling them this, so they can't make this.
Satmaya son verin! Kapatın!
Stop selling everything!
Danny'ye git, tabi küçük böcek sattığı için.. .. belediye onu vurmazsa.
Go to Danny, if the DEC hasn't shut him down for selling undersized bugs.
Bu şey vardiya sonuna kadar giderse iyi olur yoksa onu Çin restoranına satarım.
That thing better be out of here by the end of shift, or I'm selling it to a Chinese restaurant.
Ve evet satıştan bahsederken sakince yoğurdunu yiyen doktorca korkutuldum.
And yes, I am appalled by a doctor calmly eating yogurt while talking about selling...
- Hayır, satmak değil.
- No, not selling.
- Ceninleri satmaktan.
- Selling of fetuses.
Bu yüzden numaranı yemedik.
Therefore, we do not buy what you are selling.
Anlaşılan Alfie ve hoca satmakla yetinmemiş.
Looks like Alfie and the professor weren't just selling.
Bu arada, her bir kaç ayda bir, bir tanesini satıyor ve onların Tyler Eggert'in bize bahsettiği gibi 1980'de eleştirmelere gönderilen kopyalardan birisi olduğunu iddia ediyor.
In the meantime, he's been selling one online, every few months, and claiming it was one of the advance copies Tyler Eggert told us about, the ones that went out to reviewers in 1980.
"... büyüdüğü ev. "
"multi-million-selling music star, grew up."
Teresa Halbach'in, satışa çıkardıkları bir aracın fotoğrafını çekmek için... -... oraya gelip gelmediğini sordum.
I asked him if Teresa Halbach had come out to their property to photograph a vehicle that they were selling.
Kız kardeşinin satışa çıkardığı bir kamyonetin fotoğrafını çektiğini söyledi.
[Colborn] He said that she was taking some pictures of a van that his sister was selling.
Bu arada, eşim Ryetown civarında boş boş dolanıp hap bağımlısı ev hanımlarına şu boktan platikleri satmaya çalışıyor
Meanwhile, my wife is traipsing around Ryetown selling that plastic shit to pill-popping housewives
Birbaşka yıI daha çalışkan aptallar işaretlenen ağaçları satıyor.
Another year of selling marked-up trees to hard-working idiots.
Bağırmazsan inandırıcı olmaz.
Okay, if you're not yelling it, you're not selling it.
Ölmesinler ki pamukları satıp zenginleşebilsinler.
Ain't gonna die so they can get rich selling'their cotton.
İnsan alıp satıyorsun.
You buying and selling people.
Duymak istediğim şey de bu çünkü tıpkı sizinkiler gibi benim müşterilerim de iş adamları yalnızca onların işi kokain satmak.
That's what I wanna hear because my clients are businessmen, too, like yourselves, only their business is selling cocaine.
Sotheby'nin bu tabloyu özel bir koleksiyoncuya sattığını hatırlıyorum.
I remember Sotheby's was selling this to a private collector.
Neyse, birisi yaşlı adamın sattığı yılan yağı sevmezdi. Ve bütün aileyi onun önüne kapattı.
Anyway, somebody didn't like the snake oil the old man was selling, and he capped the whole fucking family in front of him.
- Satmıyorum, alıyorum.
- I'm not selling, I'm buying.
Ama kesinlikle satmıyorum.
But I'm definitely not selling.
İyi bir özellik değil.
Not a good selling point.
Bizi satıyor!
He's selling us out!
Sizi satıyorum.
I'm selling you out.
- Değilsin Yeterli sunucu satışı.
- You are not selling enough servers.
O bir sentetik.
They weren't selling GHB... it's a synthetic.