Sürekli translate English
39,769 parallel translation
Söz veriyorum, artık sürekli bilgilendirileceksin.
And I promise you, from now on, we will keep you and your office informed.
Beni sürekli haberdar edin.
I want updates as soon as they come in.
Ve Cherry Rollins'i bulana dek polis sürekli derede nöbet tutacak.
And until we find Cherry Rollins, we will be maintaining round-the-clock police presence here at the creek.
Sürekli televizyonlarda.
He's on TV all the time.
Müşteriler sürekli burada çalışırlar, onlara izin veririz.
Customers work in here all the time. We encourage it.
Sürekli bağımlılıkla ve işsizlikle uğraşıyordu.
Battles with addiction and unemployment.
Geceleri alışıyorsunuz, çadırın üstünden gelen sürekli bir ses.
You kind of get used to it at night, just hearing a constant splat on top of the tent.
Peder Paul çok latif biridir ama sürekli konuşup kafanı şişirecektir ben de aç bilaç kalmanı istemem.
Father Paul is a lovely man, but he'll talk your ears off, and I don't want you to starve.
Bütün gün sürekli sorun çözme ve verimlilikten bahsedip durdun.
All day long, all you've been talking about is problem solving and efficiency.
Sürekli birbirimize en son ne dediğimizi hatırlamaya çalışıyorum ama hatırlayamıyorum.
I keep trying to remember what the last thing we said to each other was and I can't.
Sürekli mi?
All this time?
Sürekli.
- Every single time.
Eskiden sürekli seni anlatırdı.
You know, she always used to talk about you.
MacGyver iş yerinde sürekli senden bahsediyor.
I've heard so much about you at the office from MacGyver.
Saate sürekli bakmıyorum, ama biliyorum ki Jack'in istediğim şeyleri getirmesi fazla zaman almayacak.
I haven't exactly been able to watch a clock, but I know Jack is taking way too long to get back to me with the stuff I asked for.
Mükemmel olman için sürekli baskı uygulandı sana.
You're always under so much pressure to be perfect.
Bay Burns, sınıf velisi olmak sürekli bir iştir.
Mr. Burns, being a room parent is a full-time job.
Hayır, benim sürekli işim, sürekli işimdir.
No, my full-time job is my full-time job.
Sürekli, okuldaki en iyi öğretmen olduğunuzdan bahsediyor.
She's always saying how you're the best teacher in the whole school.
Sürekli aklımdan eminim sonunda bana hak vermiştir, diye geçiriyorum.
I just keep thinking about every time he almost figured it out.
En çok değer verdiğim insanlara bile sürekli yalan mı söyleyeceğim?
That I got to lie to the people I care about most?
Ne yapsak da ne kadar düzeltmeye çalışsak da geçmiş sürekli değişiyor.
Now whatever we do, however we try to fix things, history keeps changing.
Japonca ismini sürekli buharlaşan kaplıcalar ve çamur havuzlarından alıyor.
The Japanese named it because... there are hot springs and mud pools here that are constantly steaming.
Bu yüzden kendine sürekli böyle söyleyip duruyorsun.
That's what you should keep telling yourself.
Sürekli yoluma çıkıyorsun.
Always in the way.
Ne kadar garip, bu iş sürekli başınıza geliyor.
It's funny how that keeps happening to members of this team.
Yani Clive dediği gibi sürekli yanınızdaydı?
So, Clive was with you the whole time like he said?
Şimdi ne yaparsak yapalım, nasıl düzeltmeye çalışsak da, tarih sürekli değişiyor.
Now whatever we do, however we try to fix things, history keeps changing.
Sürekli rüyamda onun çölde susuzluktan öldüğünü ve arabamla ona çarptığımı görürüm.
I keep having this dream that he's dying of thirst In the desert, and i hit him with my car.
Sürekli tuvalete çıkma durumumu ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
And don't even ask about the consistency of my bowel movements.
Şimdi ne yaparsak yapalım, nasıl düzeltmeye çalışsak da,... tarih sürekli değişiyor.
Now whatever we do, however we try to fix things, history keeps changing.
Sürekli bir adım önümüzde.
He's always one step ahead.
Neden sürekli onu savunmak zorundasın?
Why do you always defend him?
- Sürekli çocuk gibi beslenemem.
Well, I can't eat like a ten-year-old all the time.
Çünkü sürekli kalem batırmaya çalışıyorsun.
It's because you keep trying to stick pencils in it.
Sürekli kaçıp duruyor diye taktığım şok tasmasıyla bir ilgisi olabilir.
I think it has something to do with the shock collar that I had to put on her Because she kept running away.
Arkamızda sürekli ağaçlar yıkılıp duruyor.
And there's been tree fall all up around behind us.
Yeterli yiyecek bulmak için sürü İsviçre boyutlarında bir alanda sürekli devriye gezer.
To find enough to eat, the pride continually searches an area the size of Switzerland.
Birçok hayvan için en elverişsiz zamanlarda hayatta kalmanın tek yolu sürekli hareket halinde olmaktır.
For many animals, the only way to survive the most hostile times is to keep moving.
Bu engin, boş manzaralardaki hayvanları bulmak Çöl ekibi için sürekli bir sorundu.
Finding animals in these vast empty landscapes was a persistent problem for the Deserts team.
Sürekli hareketin, yerlerini eleverebileceğini biliyorlar.
They know that any sustained movement can give them away.
Ama burada egemenliğini sürdürmek sürekli bir mücadele demek.
But maintaining dominance here is a constant struggle.
Bu günlerde ağzında sürekli dolanan bir çeşit deyim.
That's just a phrase that falls out of your mouth these days.
Tümör sürekli aç olduğunu söylerken nasıl kilo verecek?
How can she possibly lose weight when the tumor's constantly telling her she's hungry?
Sürekli konuştuk.
We couldn't stop talking.
Commudus, tahta geçtikten sonra kendi başına hareket etti. Babasına sadık olan ve kendisini sürekli olarak olumsuz şekilde babasıyla kıyaslayan gruptan uzaklaşmak istedi.
Commodus, once he takes power, is keen to become his own man, is keen to break away from this group that he sees as being loyal to his father, always comparing him negatively with his father.
Sevkiyatlar sürekli kesilir durur.
Shipments are disrupted all the time.
Sürekli karşısına suikast planları veba, yangınlar ve benzeri felaketler çıkıyordu. Ve bu tür felaketlerle karşılaştığı için de eski sisteme artık güvenmiyor olması hiç de şaşırtıcı değildi.
He faced all of these other plots, plagues, fires, and these forms of disasters, and it's not surprising, having faced all of these plots, that he did not necessarily trust the old system anymore.
Claire ikisini sürekli karıştırıyor.
Claire can never tell which one is which.
Okul aile birliğinin süper gıcık annesi Marjorie sürekli bir şeylere gönüllü olalım diye tutturuyordu ve artık bahanemiz kalmadı.
This incredibly annoying PTA mom, Marjorie, keeps hounding us to volunteer for things, and we finally ran out of excuses.
Şimdi, FDA sürekli olarak Iki ürün genetik olarak özdeşse, O zaman yasal olarak aynı şeydir.
Now, the FDA has consistently ruled that if two products are genetically identical, then they're legally the same thing.