Walkabout translate English
132 parallel translation
Burada belanın tam ortasındasın, bu yüzden Tanrı aşkına ortalıkta dolaşma.
You're in the middle of bugger all here so for Christ's sake don't go walkabout.
Walkabout Creek denen bir yerde safari işi yapıyormuş.
He runs a safari business out of somewhere called Walkabout Creek.
Walkabout Creek'e hoş geldiniz.
Welcome to Walkabout Creek.
Gezintiye çıkmıştım ama döndüğümde yoktu.
Anyway, I went off on walkabout. When I came back, she'd gone.
- Gezintiye mi?
A walkabout?
Walkabout Creek'deki bir barda değilsin.
You're not in the pub at Walkabout Creek now.
Kuzey Bölgesi'ndeki Walkabout Creek'denim.
I'm from Walkabout Creek in the Northern Territory.
Herhalde Walkabout Creek'de psikiyatrist yoktur?
I suppose you don't have any shrinks at Walkabout Creek? No.
Hayır, gezintiye çıkacağım.
Ah, no. I thought I'd go Walkabout.
Crocodile Mick'i arıyorsanız, Gezintiye çıktı.
Incidentally, Miss, if you're looking for Crocodile Mick, he's gone walkabout.
Şu an Walkabout Creek'deki barda, Wally, Nugget ve Donk'a bakıyor olabilirdim.
I could be in the bar at Walkabout Creek right now, gazing across at Wally and Nugget and Donk.
Walkabout Creek'in uluslararası tanınmasını sağlayan kendisidir.
She's the one that put Walkabout Creek on the international scene.
Franklin hâlâ gezisinde.
Franklin's still on walkabout.
Öncelikle Ivanova, Garibaldi Franklin hâlâ kendini arıyor. Diğerleri de var.
Well, there's Ivanova, Garibaldi Franklin's still on walkabout, others.
Hâlâ meşhur gezisinde. Bulmak zor ama mümkün.
He's still on walkabout, so finding him's gonna be tough but doable.
- Gezisinde.
- Walkabout.
Ivanova, Marcus ve ben yokken Garibaldi'nin de işi başından aşkınken, Franklin henüz geri dönmemişken- -
Ivanova, Marcus and me gone, I mean.... Garibaldi's up to his ears, Franklin's still on walkabout- -
- Geziyorum.
- All right. Walkabout.
- Gezerek.
- By going walkabout.
Serseri mayın gibi dolaşıyor.
He's going walkabout.
- Walkabout. - Muhtesem bir filmdi.
Walkabout.
Walkabout, çirilçiplaklikta sektör standartlaridir.
Walkabout is the industry standard For frontal work.
Gail asla önden çirilçiplak görünmemistir.
No, no, no. Gail's never gone the full walkabout.
Walkabout.
Walkabout.
Walkabout'u izliyoruz.
We're watching walkabout.
Demek Jenny Agutter'in seninle Avustralya yerlileri gibi gezmemesi seni üzüyor.
Aw... you're upset that jenny agutter's never gone On an aboriginal walkabout with you?
Walkabout ile ev pornosunu ayirt edebilirim.
I am, as it happens, capable of telling the difference
Özellikle de o pornoda basrolü oynuyorsam!
Between walkabout and homemade porn. Particularly if it's porn in which i am playing the lead.
Evet, bayanlar ve baylar CREEK Oteline geldik.
Okay, ladies and gents, Walkabout Creek Hotel.
Keşişten başka bir gönderiş!
The Monk's gone on another walkabout!
Karl'ın ölümü onu pek etkilememişti.
Maybe he's gone walkabout. Karl's death unhinged him.
Arkadaşların henüz gitmişler, burası tehlikeli olabilir.
well, unless you friends have just gone walkabout, this place may be compromised.
- Başkan yaya olarak çıktı.
- The President's gone walkabout.
Başkan yürüyüşe çıkmış.
The President's gone walkabout.
Gezintisine çıkmıştır ya da kutsal yolculuğuna.
Well, he's on his walkabout or pilgrimage.
Bana geziden bahseder misin?
Tell me, what's a walkabout?
- Böyle anlamamalısın. Bu gezi bir ruhsal yenilenme seyahati. Kişinin, gücünü yeryüzünden aldığı ve ondan ayrılamaz hale geldiği.
- Not that you would understand, but a walkabout is a journey of spiritual renewal where one derives strength from the Earth and becomes inseparable from it.
Bahsettiğim otantik yerli seyahatini hatırlıyor musun?
Do you remember the authentic aboriginal walkabout?
Güç devresi arayüzü zımbırtısının doğru yerde dolaşmadığını söyle.
Tell them that the power loop interface isn't jiving with your walkabout, something.
JP Morgan tarzı iş kollama.
A little J.P. Morgan walkabout.
Curtis dolaşmaya çıktı.
'Curtis has gone walkabout.
Amerika'da oldukça hoş bir gezintiye çıktık.
We had quite a nice walkabout here in the States.
- Yürüyüş yapıyorlar.
- Oh. Going walkabout.
- dolaşma?
- walkabout?
- dolaşma Duygusal yenilenmenin bir yolculuğudur
- The walkabout is a journey of spiritual renewal.
Hepsi senin küçük bencil seyahatin yüzünden.
Just as a little added bonus to your little selfish walkabout.
Yüzüğüm kayıplara karıştı, birader ve buraya çok fena halde geldim.
My ring's gone walkabout, cobber, and I've come over all shonky.
Nefes aldığı sürece, sürekli üzgün, acınası yürüyemediği için turundan atılmış önemsiz bir adam olarak kalacaksın.
As long as he's still breathing, you'll still be that same sad, pathetic little man that was kicked off his walkabout tour because you couldn't walk.
Dedem, Kral George beni yabana çıkarır siyah adamın usullerini öğretirdi.
My grandfather, King George - he take'em me walkabout... teach me blackfella way.
Kral George yabana çıkmam gerektiğini söylüyor.
King George tell me I gotta go walkabout.
- Tüydüler.
- They went walkabout.