Alışkanlık translate Spanish
1,942 parallel translation
Alışkanlık.
Estamos solos.
Öğretmenin işi öğrencide iyi alışkanlık geliştirmek ve kötü alışkanlıklardan kurtarmaktır.
Déjame explicarte algo sobre la enseñanza. Es deber del maestro traerle los buenos hábitos al pupilo y quitarle los malos.
Geceleri orada kalmayı alışkanlık hâline getirdim. Herkesten daha fazla kalıyordum. Çünkü kendimi evde olduğumdan daha güvende hissediyorum.
Había empezado a quedarme hasta tarde, más tarde que cualquier otro porque me sentía más seguro que en mi casa.
Eski alışkanlıklarıma yenik düşüp, Julia'yı aldatacağım ve ilişkimiz patlayacak, ve sen de parlayan kılıcıyla bir şövalye gibi gelip çökeceksin.
Vuelvo a las viejas costumbres, engaño a Julia nuestra relación se hace pedazos y entonces apareces tú como si fueras un gentil caballero en su radiante armadura.
Aile birliği temsilcisi olarak bunun okullarda yaygın olan kötü bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum.
Como representante de la Comisión del Pais, creo que esto es típico de la orientación de la escuela.
- Tamamen alışkanlık.
- Es pura rutina.
Buraya gelmeyi alışkanlık haline getirdiniz. Sürekli etrafta rozetler uçuşuyor.
Parece que os guste pasar por aquí, no hago más que ver placas.
Başkasının kılığına girmek çok aptalca bir alışkanlık...
Es una cosa tan estúpida esto de tener que arreglarse tanto...
Frank, bu çok kötü bir alışkanlık olmaya başladı.
Frank, este está comenzando a ser un hábito muy nefasto.
Bu bir alışkanlık haline gelecek mi?
¿ Se convertirá esto en un hábito?
Gençler kahve içmiyor. Bu alışkanlık ömür boyu sürebilir.
Los jóvenes no beben café, y eso puede convertirse en un hábito de vida.
Beni ziyaret etmeyi alışkanlık haline mi getireceksin?
¿ Harás que venir a verme sea un hábito?
O zaman kavgaları kaybetmek alışkanlık olsa gerek.
Entonces, perder una pelea será algo natural para ti.
Amatör videolar ile baştan çıkarılan çocuk, artık küçük alışkanlıklarla yaşar, güzel davranışlar ve şirinlikler biter korkunç olan başlar.
La niña que improvisa en los videos caseros ya no existe y los pequeños hábitos, los gestos dejan de ser lindos y comienzan a ser aterradores
Bu alışkanlık, ki ayin bile diyebilirsiniz, küçük kardeşim Harrington'ın Boer savaşında ölmesi ve
Esta costumbre, algunos lo llamarían ritual, comenzó tras la muerte de mi hermano menor Harrington en la Guerra Bóer,
Baban tam bir alışkanlık adamı.
Criatura de hábitos, su padre.
Alışkanlık adamları!
Criaturas de hábitos. ¡ Oh!
Kedileri kovalamak yararsızdır, kuralları bilmezler ve ağaçlara tırmanırlar. Rezil bir alışkanlık.
Deben saber que los gatos no sirven para la persecución ya que, al no saber las reglas, invariablemente trepan a un árbol, un hábito que encuentro despreciable.
- Afedersiniz, alışkanlık işte.
- Disculpen. Costumbre.
Hayır, kendisi sanatın bir meslekten ziyade bir hediye olduğunu düşünüyor. Yaratıcı bir alışkanlık, değil mi?
Él cree que el arte... no es un don sino un oficio, un hábito productivo...
Seanslardan sonra beni aramayı alışkanlık etmişti ve derdi ki : " Bu terapistle seks yapılmaz durumu beni deli ediyor.
Solía llamarme tras las sesiones y me decía : " Esto de no tener relaciones con el terapeuta me vuelve loco.
Ahmakmışım gibi, ki öyle! Bana yalan söyleyip başından savmayı alışkanlık haline getirdin
¡ Me has engañado como el idiota que obviamente soy!
Ben neyim, vazgeçemediğin bir alışkanlık mı? - Hayır.
- ¿ Qué soy yo, un hábito que no te da la gana de romper?
- Bir alışkanlık haline geliyor.
Veo que se ha convertido en un patrón.
Ve sonra alışkanlık sonucu olsa gerek şükürler olsun dedim!
Eso es lo que hice, y luego por costumbre, dije, "Gracias, Dios".
Güvercinler gibi hamam böcekleri de insanların yokluğunda alışkanlıklarını birazcık değiştirmek zorunda kalacaklardır.
Como con la paloma, la desaparición humana forzó un cambio de hábitos de la modesta cucaracha.
Alışkanlık.
La fuerza de la costumbre.
Bu sıralar bayanların önüne böyle birden çıkmayı alışkanlık haline getirmeyin, tüm bu sorunlarda varken.
No debería tener el hábito de acercarse así las damas, estos días. Con todos estos inconvenientes.
Bu alışkanlık yayıldı ve şimdi sadece Akdeniz'e has kertenkele nüfusunun tamamı dana ayağı meyvesi yiyorlar.
el hábito se propagó y ahora todos los lagartos solamente en el Mediterráneo se han vuelto comedores de fruto de alocasia
İnsanları gizlice dinlemek kötü bir alışkanlık.
Sabes, espiar lo que dice la gente es una hábito verdaderamente feo.
Alışkanlık işte.
La fuerza de la costumbre.
Sadece alışkanlık.
La fuerza de la costumbre.
Bayan G... Her şeyden önce, bir kez yapmak, alışkanlık değildir.
Oh, Sra. G primero que nada, una sola vez no es un vicio.
Bu senin türüne özgü bir alışkanlık gibi duruyor, değil mi?
Parece ser una adicción de tu especie.
Sanki alışkanlık veya düzen varış gibi...
Como si hubieran habitos, o patrones.
Ama artık bunu alışkanlık haline getirdi. Her gece, her gece, her gece...
Pero se esta volviendo una costumbre noche tras noche tras noche.
- Kötü alışkanlık.
hábito culpable.
- Bunu alışkanlık haline getirdik.
- Lo estamos convirtiendo en un hábito. - Sí.
- Üzgünüm alışkanlık oldu. Sen ne yapıyorsun?
- La costumbre. ¿ Qué haces levantado?
Bu hiç iyi bir alışkanlık değil.
Hey, ése es un mal hábito.
Evli erkekleri avlamayı alışkanlık mı edindin?
¿ Acostumbras buscar hombres casados?
Sanırım buna kötü alışkanlık derdin.
Supongo que podría llamarse un mal hábito.
Alışkanlık edin diye.
Sólo para tener la experiencia. Espere.
Tanımadığım kimseye güvenmemeyi alışkanlık haline getirdim.
Practico el no confiar en nadie que no conozco.
Berbat bir alışkanlık.
Hábito desagradable.
Ne kadar kötü bir alışkanlık?
¿ Qué tan mal hábito?
Bir öğretmen maaşı için pahalı alışkanlık.
Puede ser costoso sobre un sueldo del maestro.
Senin deyiminle bir kızı kaybettim çünkü içme isteği duymadan bir bardağın elli metre yanından bile geçememe gibi bir alışkanlığım var.
Perdí a la chica, como tú la llamas, por un hábito que tenía. No podía pasar una copa de whisky a 50 metros sin querer beberlo.
Dinle, mahkumlarla pazarlık yapmak gibi bir alışkanlığım yok
Mire, yo no acostumbro... a negociar con los presos.
Kötü bir alışkanlık işte.
Es un mal hábito.
Kaçırıldıktan sonra kızının içme alışkanlığı değişmiş.
Después de secuestrarla, los hábitos de bebida de tu hija cambiaron.