Barış translate Spanish
15,188 parallel translation
Barış.
Paz.
- Barış.
Paz.
Sana barış teklifi getirdim.
Te he traído una oferta de paz.
- Barış muhafızı.
- Al Pacificador.
Sen Tlacamelli Teplani'sin. Barış muhafızı.
Eres el Tlacamelli Teplani, el Pacificador.
Bizim için daha az teşhir olma ve sizin için daha çok barış.
Menos exposición para nosotros y más paz para ustedes.
Barışın abartıldığını düşünmeye başlıyorum.
Creo que la paz está sobrevalorada.
Paraya gelince... Rahmetli babana saygısızlık etmeden Bay Shioma olayı barışçıl yollarla halletmek istiyor.
En cuanto al dinero... debido al profundo respeto por su difunto padre, el Sr. Shioma quiere resolver la situación pacíficamente.
Barış yaptık.
Enterramos el hacha de guerra.
Bu barış teklifinin karşılığında sizden bir şey istedi mi?
¿ Quería algo a cambio de esta oferta de paz?
Bir dargın, bir barışığız.
Nos juntamos, nos separamos.
Lord Karıncayla barış imzalayın.
Hagan las paces con su dios hormiga.
O uzlaşma uluslar arasında barış için olan karşılıklı bir anlaşmaydı.
Ese acuerdo fue un acuerdo mutuo entre las naciones por la paz.
Barış tasarısıyla işini yürütüyor.
Está dirigiendo una plataforma de paz.
- İkiniz barış yapmalısınız.
Deben hacer las paces.
Ağabey, babamla barışın.
Oppa, haz las paces con papá.
Eğer doğruysa Başkan Grant ve Razani Berlin Duvarı'nın yıkılışından bu yana en önemli barış anlaşmasına imza atmış olacaklar.
Si es verdad, los presidentes Grant y Razani estamparían sus nombres en el mayor esfuerzo por la paz desde la caída del Muro de Berlín.
Benden kurtulmanın sonucunda insan ırkı kucaklaşıp birbirlerine kenetlendiği sırada zambakların filizleneceğini ve neşeli bir hiç bitmeyen dünya barışı şarkısı söyleneceğini sandın.
Pensabas que deshacerse de mí causaría que brotaran los lirios mientras la humanidad entera se abrazaba en un abrazo colectivo y cantaba alegremente al fin la eterna paz mundial.
Navid, Orta Doğu barış zirvesinde Bandari'li yetkililer için tercüme yapmış... Londra, Paris, Moskova gibi yerlere gitmiş.
Navid tradujo para los dignatarios bandarís en la cumbre de paz de Oriente Medio, visitas de estado a Londres, París, Moscú.
Ben kendi adıma Barış ve Özgürlük Partisine üye olmaktan gurur duyuyorum.
Yo misma soy miembro orgullosa del Partido Paz y Libertad.
Vay be, karıncalarla barış yapmak isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi.
Vaya, pensé que nunca vería paz con las hormigas en mi vida.
İngiltere Kraliçesi sana resmi bir barış teklifi gönderdi.
La reina de Inglaterra os ha enviado una oferta formal de paz.
Neden şimdi barış sunuyor?
¿ Por qué está presentando este acuerdo de paz ahora?
Onu iki defa mat ettin yine de o barışı öneriyor.
Habéis sido más inteligente que ella dos veces y aun así os ofrece la paz.
Ama İskoçya'ya barış getirmek için gerçek bir fırsat bu.
Pero es una oportunidad real de paz para Escocia.
Barış zamanında savaş da değil.
En tiempos de paz y no de guerra.
İngiliz tahtındaki hakkından feragat ederek barış adına büyük bir fedakarlık gösterdi.
Ha hecho un gran sacrificio en nombre de la paz, renunciando a su derecho al trono inglés.
Elizabeth'le yüzleşmem lazım e barış anlaşmasına ne olduğunu anlatmalıyım.
Debo enfrentarme a Isabel. y decirle lo que pasó con el acuerdo de paz.
Bakın, geçmişte misyonerler balina teknelerine binerek bu adalara barış ve din yaymak için gelmiş.
Verás, tiempo atrás, los misioneros navegaron por estas islas en barcos balleneros para difundir la paz y la religión.
İskoçya'da bir süre barış var.
Un momento de paz para Escocia.
Kasten kalıcı olan bir tehdit barış için verdiğim onca şeyden sonra.
Una deliberad amenaza persistente después de todo que he dado para ganar la paz.
İngiltere nasılda her hareketi zorbalık ve karşı tarafa zulüm etmek iken barışı korumak istiyormuş gibi gözükebilir?
¿ Cómo puede pretender Inglaterra querer la paz cuando cualquier movimiento es para acosar y oponerse?
Barış Gönüllüleri gezisine gittiğinde atmıştı bu videoları.
Me envió estos videos en su viaje del Cuerpo de Paz.
Annenle barış.
Haz las paces con tu madre.
Üstündeki Jedi giysisi. Galaksideki barış ve adaletin koruyucuları yani.
Esas son las túnicas de los Jedi, los guardianes de la paz y la justicia en la galaxia.
Telefondaki hatunun sesi sanki bardaymış gibi geliyordu.
La chica del teléfono sonaba como si estuviera en un bar.
New Orleans'a bir düğüne gel. Barda yakışıklı bir güneyli çocukla tanış. Birazcık eğlen.
Vengo a New Orleans para una boda, conozco a un agradable chico sureño en un bar... tengo un poco de diversión... sabes, tengo una cosa con las novelas románticas y no tienen nada que ver con esto..
Tokyo'daki Jiro Ono barda saba. Ama Ginza Metro durağındaki orijinal yerinde. - Saba nedir?
El saba en el Jino Ono's bar de Tokio, pero solo el local original en la estación de metro de Ginza.
Barda sarhoş kafa herşeyi anlatmışım. Rozz - Landy avukatları da beni dinlemişler hep.
Estuve abriendo mi gran boca en el bar, y Rozz y Landy escucharon todo.
"Lubbock'taki barı aklımdan çıkaramıyorum o petrol arayıcısı benimle konuşmaya başlamıştı."
"No puedo parar de pensar acerca de ese bar en Lubbock, cuando ese minero empezó a conversar conmigo".
Helton Barınağı zamanından beridir tanışıyoruz.
Vamos de regreso a Helton Shelter.
Senin dışında çevredeki tüm suçluların parmak izini barındırıyor.
Uno que apunta a todos los criminales de la ciudad excepto a ti.
Ya da, el yapımı bira sizin damak tadınız ise Coors ve Coors Light gibi yerel biraları tatmak için Skeeter'ın Barı'na uğrayın.
Pero si te apetece más una cerveza artesanal, entonces dirígete al Bar Skeeter's, para probar cervezas locales como Coors y Coors Light.
Kasabanın hemen dışındaki bir bardan yapılmış.
Venía de un bar a las afueras de la ciudad.
D.I.A'nın gizli tesisi ile ilgili sırları barındıran İstihbarat Komitesi Senatosu.
Este es el Comité de Inteligencia del Senado, visitando las instalaciones de - una locación secreta de la Dirección de Asuntos Internos.
Burayı ne kadar sevsem de arkadaşlarım ve burası arasında seçim yapmam gerekirse bir Gabi Dawson için milyon tane Molly's'den vazgeçerim.
Y por más que me guste este bar, si se reduce a elegir entre esto y mi amiga, renunciaría a un millón de Molly's por Gabi Dawson.
Biraz itiş ve kakış olduğunu söyledi,... biraz yükselen sesler, ama yargıç, Callahan'ın dışına yürümüş,... mahkeme salonunun yakınındaki bir bara, hiçbir sıyrık olmadan.
Dijo que fueron empujones e insultos, que hubieron gritos, pero dice que el juez salió del Callahan, un bar cerca del juzgado sin ni un rasguño.
Hiçbir sebebi olmadan sıradan bir barda sıradan gey bir İngiliz olduğumu mu düşünüyorsunuz?
Qué piensan ustedes que soy sólo un azar tipo británico gay que se tiende al azar bar en Detroit y nadie de al azar, por alguna razón que nadie alguna vez explicó
- Barı kapatmış, sonra hırsız girmiş. - Hırsız girmiş, her şeyi çalmış. - Her şeyi çalmış.
Cerró y el ladrón entró y todo lo que se había ido.
Bardaki olayları geri almaya çalışıyorsun ve kaçık gibi davranmanın buna hiçbir faydası olmayacak.
Usted está tratando de deshacer los acontecimientos en el bar, y actuando como un loco no va a hacer que eso suceda.
Şimdi bara gelip Candace'le konuş ama önce bir iki şınav çeksen iyi edersin.
Y ahora vuelve al bar y habla con Candace aunque igual deberías hacer unas flexiones antes. No sé...