Solan translate Spanish
152 parallel translation
# Solan ağaç #
Árbol marchito.
Kuruyup solan her bir gülün yerine, Bir yenisi gonca verir
Con cada rosa que se marchita y muere, Otra florece
Bu yüzden solanın ardından hemen yeni bir çiçek açar.
Y aun así, sufre muchas penurias.
"Beyaz akasya, solan çiçek..." "Fısıltılar..."
"Que murmura la flor que se marchita de la acacia blanca..."
Sen bu solan ota gül ağacı mı diyorsun?
¿ Llamas a esta maleza muerta un rosal?
Ve onun bir milyoner olmasını Seattle'da tam 3 yıl bekleyen günden güne sararıp solan George'un nişanlısına.
Y brindo por la prometida de George... que ha esperado en Seattle mientras él se volvía millonario. ¡ Jenny Lamont!
Bu ev kötü şöhretli bir ev, ben de solan bir çiçeğim.
Ésta es una casa de mala reputación, y yo soy una flor echada a perder.
Solan çiçekmiş.
Una flor echada a perder.
Sonny Duckworth, bir salkımsöğütte dünyaya gözlerini erkenden açmış bir kuştur.
Solan Gundersen es un madrugador empedernido al que no le gusta peinarse.
Bit yeniği ne demek, Sonny?
¿ Qué quiere decir "huele a chamusquina", Solan?
Rüzgâr bugün şiddetli esiyor, değil mi Sonny?
¡ Hoy sopla viento del norte, Solan!
Biraz da kuru üzüm ister misin Sonny?
Tendrás que comer pasas pasadas, Solan.
Mütevazı bir başlangıç ha?
- ¡ Calla, Solan! ¿ En condiciones modestas, se podría decir?
- Keçe pabuçlarında dikkat et Sonny.
- Para el carro, Solan.
O tarafta hiç yatmadım ben.
¿ No me dejas dormir junto a la pared, Solan?
Tamam, iyi geceler, Sonny.
- Hasta mañana, Solan.
Sonny!
¡ Solan!
Acaba arabayı tamir ettirecek yeterli parası olmadığı için mi Sonny?
Será porque no tiene dinero para construir su coche. ¿ No crees, Solan?
Sence ona yardım edebilecek misin, Sonny?
¿ Crees que tú podrías ayudarle, Solan?
Lambert, Sludgemere'li Sonny Duckworth'ün aklına mutlaka bir şeyler gelecektir!
¡ Ludvig! Es sólo cuestión de tiempo lo que necesita el gran Solan para golpear de nuevo.
Sonny kolayca pes edecek biri değil!
Solan no se rinde sólo porque le echen.
Bir kere karar verdi mi Sonny'i kimse durduramaz.
Una vez que algo se mete en la cabeza de Solan no hay quien le pare.
Buradaki ilân dünya çapında duyulacaktır!
Éste es un buen sitio para Solan, aquí puede anunciarse internacionalmente.
Ve tabiî ki Sonny iş başında.
Así, ya... Seguro que ha sido idea de Solan...
Evet, Sonny iş başında.
Solan, ¿ sabes algo de esto?
Şimdiye kadar neredeydin, Sonny?
¿ Qué se te ha ocurrido hacer, Solan? ¿ Qué es lo que has hecho, Solan?
Sonny'nin tanıdıkları ha?
Los encuentros casuales de Solan, sí...
Sonny'e bak!
Mira Solan...
Sen sağa, garajın öteki tarafına, git Sonny..... ben de bu tarafa gideyim.
Vete por la derecha, Solan, a la parte trasera del garaje. Yo voy a la parte delantera.
Kupa ve madalyalar Theodore, Sonny ve Lambert'ın hayatında sadece küçük değişikliklerdi.
El trofeo y la corona de laurel fueron un acontecimiento más para Reodor, Solan y Ludvig.
Solan kol ve bacakların zayıflar.
Tus marchitas piernas y brazos se debilitan.
" Savaş, teslim olma solan ışığa.
Enfurécete, enfurécete ante la muerte de la luz.
"Savaş! Teslim olma solan ışığa!"
Enfurécete... enfurécete ante la muerte de la luz. "
Alın onu, oğlum... ve onun kanından yeni kuşaklar yetiştirin... böylece kıyıları birbirine olan kıskançlıklarından... solan bedbaht Fransa ve İngiltere krallıkları... nefretlerine son verebilsin... ve bu değerli birliktelik... komşuluk ve... hristiyan uyum tohumları eksin... bir daha savaş... kanlı kılıcını...
Tomadla, hijo, y de su sangre engendradme descendencia para que los reinos rivales de Francia e Inglaterra, cuyas orillas palidecen de envidia por la felicidad mutua, puedan cesar sus odios y esta querida unión implante la buena vecindad y el cristianismo en sus dulces pechos para que nunca la guerra esgrima su espada sangrienta entre Inglaterra y la bella Francia.
Veya, sadece insan hayatlarının solan ışıklarıdır.
O tal vez sean luces de vídas humanas que languídecen.
"Solan bir gül gibi, yaşamın değeri yok"
Como las flores marchitas la vida puede no significar nada...
"Hayatın damalarındaki gençlik azaldığı zaman solan bir çiçek değildir."
"No es flor que muere cuando la juventud cae del tallo de la vida".
- Solon.
- Solan.
Dokuz yıldır, Solan benim oğlum oldu.
Durante nueve años, Solan ha sido mi hijo.
- Bu Solon'ın düşündüğü şey değil.
Eso no es lo que piensa Solan.
Şimdi aşağıya inebilirsin, Solon.
Ya puedes bajar, Solan.
Solon, koş!
¡ Solan, corre!
- Solon, koş!
¡ Solan, corre!
Onlar Solon'ı aldılar.
Se llevaron a Solan.
Solon, hayır!
¡ Solan, no!
Solon, kolun kırılmış.
Solan, tu brazo está roto.
- Solon tehlikedeyken ben burada kalmıyorum.
No me quedaré aquí mientras Solan está en peligro.
Her birinin kor halinde ya da solan pırıltısı var.
Todos tienen un fulgor que se enciende y se apaga.
Onun için zor diye bir şey yoktur, imkansızsa biraz zaman alır.
Para Solan los problemas son menudencias, y lo imposible es un reto.
Solon, yakala!
Solan, atrápala.
- Solon nasıl?
- ¿ Cómo está Solan?