Veren translate Spanish
11,483 parallel translation
Hüküm veren bendim ama hüküm verilen ben olmalıyım.
Yo era el que dictaba sentencia, pero era yo el que debía ser juzgado.
Birbirleriyle tartışmışlar. Bize yıllardır sadık bir hizmet veren ve sadece evlenmek için güzel bir elbise isteyen kadına hakaret etmesini haklı çıkarır mı?
¿ Y eso la excusa de insultar a la mujer que la ha servido por años... quien simplemente quería usar algo bonito para su matrimonio?
Ona zarar veren, Kral'a zarar verir.
Atentar contra ella es atentar contra el rey.
Parayı veren benim, tamam mı?
Te pago a ti, ¿ de acuerdo? No al revés.
Bunun anlamı iki tarafa da eşit şans veren bir adamım.
Significa que soy un tío de igualdad de oportunidades.
Çok kötü acı veren bir zamanı atlatmana yardımcı oldu.
Te ha ayudado a pasar un momento terrible y doloroso.
Belladonna, çicek veren ağaç gibi... Ve şimdi çicek toplamaya gidebilmemiz için Mercy bize çocukları getirecek.
Una belladona, está floreciendo... y debe serlo, porque ahora Mercy me traerá los niños para que sigamos resplandecientes.
Sen yokken ne kadar burs veren yer varsa hepsine başvurdum, ve...
Cuando desapareciste, solicité todas las becas que puede encontrar y...
Liz'e en çok zarar veren sensin.
Tú eres el que más daño ha hecho a Liz.
Babam işini kurduğunda, sermaye olarak riske girip para veren Goro'ymuş.
Cuando mi padre empezó su negocio, Goro fue el único que invirtió dinero para conseguir que despegara.
Çünkü CCTV görüntülerini Eddie'ye veren kişi olarak seni zannetmiştim.
Porque yo te tenía como la que le dio a Eddie las imágenes de CCTV.
Rüyamda bana selam veren adam oydu.
El hombre del sueño, el que dice hola, era él.
Çünkü sorularına tek cevap veren sensin.
Eso es porque eres el único que las contesta.
Arkadaşlarımız orada. Sana değer veren insanlar.
Nuestros amigos están adentro, gente que te quiere.
- Eskort hizmeti veren birini ara.
Llame a un servicio de acompañantes.
Size oy veren insanları, Amerika'yı?
¿ Piensa en la gente que le votamos, Estados Unidos?
Ders veren masalların çoğunda mutlu son yoktur.
La mayoría de los cuentos con moraleja no tienen un final feliz.
Bunu yapan adam, yapılması için emri veren adam bir terörist.
El hombre que hizo esto... el hombre que mandó hacer esto es un terrorista.
Görünüşe göre hapishanede seminer veren Jeff Harper adında bir avukat varmış.
Resulta que hay es un abogado llamado Jeff Harper que da seminarios en la prisión.
Mahkumlara hakları konusunda tavsiye veren ve yasal sorunlarını cevaplayan bir müdafaa grubu için çalışıyor.
Trabaja para un grupo que asesora a los reclusos de sus derechos, responde a preguntas legales.
- Nikki'ye Joan'ın bulduğu kitabı veren müdafaa avukatı.
Es el abogado de la defensa que le dio a Nikki el libro que encontró Joan.
Yasl tavsiye veren birine göre oldukça kişisel bir hediye gibiydi yani ona yardım etmiyorsa bile belki bilgisi olabilir.
Me pareció un regalo muy personal para ser de un asesor legal, incluso si él no la está ayudando, tal vez sepa algo.
Bize Bayan Schuester'in ismini veren sizdiniz.
Bueno, eres quien nos dio el nombre de Miss Schuter.
İlana cevap veren herkese bunun gibi "Derbeder Andy" maskeleri gönderdin.
Enviaste máscaras de Raggedy Andy como esta a todo el que respondiera.
Hak ettiğinden çok daha azını veren bir adamla birlikte olmak zorunda değilsin artık.
Y no tienes que pasar ni un minuto más con alguien que es menos de lo que te mereces.
Kulağa saçma geldiğini biliyorum ama bu kadar acı veren bacağını kaybetmen tekrar normal hissetmeni sağlayabilir.
Escucha, sé que suena de locos, pero quizá perder esa pierna es la única cosa que va a hacer que vuelvas a sentirte normal.
Orta batıya gitmeye karar veren Dr. Lin'i kaybedeceğimiz için üzülmüşe benzemiyorsun.
Pareces considerablemente animada, considerando que estamos a punto de perder a la Dra. Lin.
Darren'e göre 20'li yaşlara gelince beynimizin politik kararları veren kısımları iyice şekilleniyor.
Darren espera que, cuando lleguemos a los 20 años, la mayoría habremos solidificado el color de nuestro cerebro político.
Ölürsen polise vermem için bana zarf veren kişisin sen.
Fuiste tú quien me dio un sobre para la policía en caso de tu muerte.
Dün gece bu eşyaları bana veren kişiyi kimseye söylemedin, değil mi?
No le has contado a nadie lo de quién me dio esa cosa anoche, ¿ verdad?
Arkadaşımı kurtaran ona atropin veren kişi.
El que salvó a mi amigo, el que le dio la atropina.
İstekleri karşılanmazsa hassas belgeleri yayınlayacağına söz veren ve birkaç gün önce yine konuğumuz olmuş olan muhalif gazeteci Laura Sutton'la karşınızdayız.
Y bienvenida de nuevo a Laura Sutton, la periodista disidente americana, que ya fue nuestra invitada a principios de esta semana, prometiendo publicar más documentos delicados si no se cumplían sus demandas.
Dikkatini çekerim, orta hallilere sendikalara ve göçmenlere karşı kan emici finansal entrikalara karşı garanti veren tek ülke.
El mismo país, el único país, eso sí, que garantiza la protección de la clase media contra sindicatos e inmigrantes... y los modelos financieros parasitarios.
Dosyayı veren Washingtonlu adam?
El hombre de Washington que le dio este archivo.
Söylesene, dedektif olmana ilham veren bendim, öyle değil mi?
Dime, te inspiré para hacerte detective, ¿ verdad?
O gün gereğinden fazla tepki veren sendin...
Fui yo la que exageró el otro día...
Söylediğim gibi, ultrasondan kaynaklı, yanlış pozitif veren bir hataydı.
Un falso positivo en la ecografía, un fallo técnico, como dije.
Kovulacakken bana ikinci şansı veren Rachel Zane.
La misma Rachel Zane por la que casi me despiden... y después me diste una segunda oportunidad. ¿ Así que esta es tu manera de compensármelo?
Kararları veren sensin.
Solo soy un asociado. Tú eres la voz cantante.
Benimle oynamak için sana izin veren sesle aynı, değil mi?
Es la misma voz que te dio permiso para jugar conmigo, ¿ no es así?
Orada bir 10 var. 20 veren var mı?
Ahí hay diez. ¿ Veinte?
30 veren var mı?
¿ Quién oferta 30?
İşte orada, 30 verildi. 40 veren?
Treinta, ahí estás. ¿ Cuarenta?
On binlerce nesilden beri acil ihtiyaçlara adapte olma gücü veren ve bazı katkılarda bulunan Richard'ın açtığı kupa valesidir.
Miles de generaciones de aquellos anteriores a él se adaptaron para satisfacer sus necesidades inmediatas pero también hicieron pequeñas contribuciones para que Richard llegue a ser una jota de corazones.
Wendell'in arabasına zarar veren Rodney değildi.
No fue Rodney quien rayó el coche de Wendell.
Asıl eline veren Stevie'nin ikinci telefonu.
Un payaso tiene el segundo teléfono de Stevie.
Tony Chivers.Sanırım Ellie'ye malı veren o.
Tony Chivers. Y creo que está suministrándole a Ellie.
Bu adam sana telefonu veren, elinde resmin var, tamam mı?
Ese tipo que te dio este teléfono... tiene tu imagen, ¿ de acuerdo?
Bunu umut veren bir işaret olarak alıyorum.
Me tomaré eso como un signo de esperanza.
Sana daha yeni 200 $ veren birisiyle böyle mi konuşuyorsun sen. Tamam.
Y así le hablas a alguien que acaba de darte $ 200.
Kral Hydroflax, Kemik Toprakları'nın Kasabı. Savaşlarına, ölü yada diri olmaksızın düşmanlarını yiyerek son veren kişi.
El rey Hydroflax, el carnicero de los Prados de Hueso quien termina sus batallas comiéndose a sus enemigos, muertos o vivos.