Zorundasınız translate Spanish
3,770 parallel translation
Önce otopark parası ödemek zorundasınız.
Primero se tiene que pagar por el aparcamiento.
Hemen eğilip içine bir şeyler atmak zorundasınız.
En cuanto te inclinas ante la Deidad tienes que depositar dinero.
yemek yapmak zorundasınız.
Tienes que hacerse cargo de su comida
Ama bedene gitmek zorundasınız.
Pero tenéis que volver a Educación Física.
Her şeyden önce istatistiklere bakmak zorundasınız.
Para empezar, tienen que echarle un vistazo a las estadísticas.
- Gitmek zorundasınız, herkes gidiyor. - Herkes kim?
- Todo el mundo va. - ¿ Quién es todo el mundo?
Munson'la ikiniz o sırrı saklamak zorundasınız.
Tú y Munson deben guardar ese secreto.
Alçı panel işi, elektrik, su tesisatçılığı bilmek zorundasınız.
Tienes que saber tabiquería, electricidad, plomería.
Kazanmak zorundasınız!
¡ Recuerda esto!
Bunu nasıl bildiğimizi açıklaması çok zor ama bize güvenmek zorundasınız.
Es bastante difícil de explicar cómo sabemos esto. Pero tiene que confiar en nosotros, sabemos que es Matt.
Unutmayın çocuklar onları ne zaman alt edeceğinizi bilmek zorundasınız.
Recordad, chicos, tenéis que saber a dónde agarraros.
Pekala, ama onu havaalanına siz götürmek zorundasınız, çünkü bu gece kareoke gecesi ve fanlarım "Wonderwall"'u söylemezsem hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Vale, pero vosotras la lleváis al aeropuerto, porque hoy es noche de karaoke y mis fans se desilusionarán si no canto "Wonderwall".
Oradan gitmek zorundasınız.
Tienen que moverse.
Bu yüzden bizimle iş birliği yapmak zorundasınız!
tu obligación es cooperar con nosotros!
İşlerin onun kontrolünden çıkmasını düşünmek delice,... biyolojik olarak başka birinin çocuğuna sahip olmak çok korkutucu bir durum ayrıca hayatınıza devam etmek ve gerçeği size yakın olan insanlardan saklamak zorundasınız.
Pensar qué tan loco era de su parte estar tan fuera de control, es un escenario bastante tenebroso, la idea de tener un niño que le pertenece biológicamente a alguien más, y tienes que tratar de continuar con tu vida, escondiéndole ese hecho a la gente más cercana a ti.
- Evet ama Melody'i dinlemek zorundasınız.
- No, debe escuchar a Melody.
- Sadece benimle iş yapmak zorundasınız.
- Sólo hacer negocios conmigo.
Bekleyin, onları izlemek zorundasınız! Havalanmak üzereler.
Esperad, tenéis que rastrearlo, están a punto de despegar.
Bunları içinizde derinlere gömmek zorundasınız.
Has de enterrarlas muy profundamente en tu interior.
Benim beynimde hoş karşılanmıyorsunuz! " demek zorundasınız.
¡ No sois bienvenidas en mi mente! "
Bana inanmak zorundasınız Dr. Turner.
Tiene que creerme, Dra. Turner.
Bayan Walsh, Bay Gardner ile anlaşmak zorundasınız, benimle değil.
Sra. Walsh, usted tiene que negociar con el Sr. Gardner, no conmigo.
Çıkmak zorundasınız.
Tienes que salir.
Anlamak zorundasınız.
Tiene que entenderlo.
Siz de iki kişiyi öldürdükten sonra onu koruyamayacağınızı anlamak zorundasınız.
Tiene que comprender que ya no puede protegerle más, y que asesinó a dos personas.
Öyleyse onu serbest bırakmak zorundasınız Bay Bohannon.
Entonces debería soltarle, Sr. Bohannon.
Onu salıvermek zorundasınız.
Debe dejar que se vaya.
Dediğimi yapmak zorundasınız.
Sabes, soy un Agente Federal. Debes hacer exactamente lo que digo.
Bilgi almak istiyorsanız bilgi vermek zorundasınız.
Si quieren algo, van a tener que dar.
Lütfen benim o tabuta girmemi sağlamak zorundasınız.
Doctora Santino... por favor, tiene que ayudarme a regresar a esa urna.
Lütfen, Doktor, ona yardım etmek zorundasınız.
Por favor, doctor, tiene que ayudarlo.
Bay Burns, bu adama bir şeyler vermek zorundasınız.
Sr. Burns, tiene que darle algo a este hombre.
Söylemek zorundasınız.
Ahora tienes que decírmelo.
Chicago şehrinin kararıyla evlerinizi boşaltmak zorundasınız.
Por mandato de la ciudad de Chicago, tenéis que desalojar las viviendas.
Bekleme odasında beklemek zorundasınız.
Tenemos que apurarnos. - No.
Üzgünüm, yeteneğim olmadan idare etmek zorundasınız.
Lo siento. Tendrás que sobrevivir sin mi talento.
Miss Jaymes, yeni pazarda kendinize bir yer edinmek zorundasınız.
Señorita Jaymes, tiene que encontrar su lugar en un mercado nuevo.
- Küçük bir kızın canı tehlikede. Düşünmek zorundasınız. İkinci kaptan ne dedi?
La vida de una niña está en riesgo, piensa, ¿ qué dijo el primer oficial?
Beni saklamak zorundasınız çünkü bu insanlar beni öldürmekle kalmayacak, hiç var olmamışım gibi gösterecekler.
Pero lo hice, así que ahora tienen que ocultarme, porque esa gente... No solo me matarán. Lo harán parecer como si nunca hubiese existido.
Artık insanlara güvenmek zorundasınız.
Ahora el pueblo os necesita.
Tabi, Şirin Vadi Kasaba Kulübü'ne üye olmak zorundasınız.
Claro, tendrías que unirte al club de campo de Pleasant Valley.
Bunu etraflıca düşünmek zorundasınız yüzbaşı.
Tiene que pensarlo bien, teniente.
- Dalış yapmak zorundasınız Yüzbaşı.
Tiene que sumergir, teniente.
Dans eden bir yıldız doğurmak için kargaşanın içinde olmak zorundasın.
Tú debes tener un caos dentro de ti para dar a luz a una estrella del baile.
... yokluğuna alışmak zorundasınız, siz en iyisi başka birini bulun. Onunla bir 5-6 ay daha çalışsaydık, bu çok iyi olurdu.
Asi se fué de nuestras manos
Barikatın arkasında durmak zorundasınız.
LOS ÁNGELES, CALIFORNIA Deben mantener las barricadas.
Ben hâlâ seni ısıtan kızım ve beni affetmek zorundasın.
Sigo siendo esa chica y tienes que perdonarme.
Özentisi olacağınız başka birisini bulmak zorundasın.
Vais a tener que encontrar a alguien nuevo a quien imitar.
Ve kız arkadaşım geldiği zaman yerde yatmak zorundasın.
Y cuando venga mi novia a casa, tienes que dormir en el suelo.
Lita, beni dinlemek zorundasın burdan sağ çıkmamız için
Lita, tendrás que escucharme para salir de esto con vida.
Charlie'nin, garson kızı korumak için bunca zamandır yaptığı listesindeki tüm o garip şeyleri yapmak zorundasın.
Tú vas a tener que hacer esas cosas horripilantes de la lista de Charlie, para mantener a la Camarera de husmear mientras todo está cuestión esté en su curso.