Zorundaydın translate Spanish
1,633 parallel translation
Neden beni bırakmak zorundaydın ki?
¿ Por qué tuviste que dejarme?
Sana bunları okumamanı söylerdim ama öyle ya da böyle okumak zorundaydın.
Te dije que no los leyeras, pero lo hiciste de todos modos.
Yani demek istediğim, bikini giymek zorundaydın.
Me refiero a que, tenías que vestir un bikini.
Ona beraber yaşadığı adamın kocasını öldürdüğünü söylemek zorundaydın.
Tenías que decirle que el hombre con quien vivía fue el que te asesinó.
Neden o kadar iyi bir Hristiyan olmak zorundaydın?
¿ Por qué tienes que ser tan buen cristiano?
Bunu yapmalıydık üzgünüm ama bunun nasıl sonlanacağını görmek zorundaydınız.
Lamento haber tenido que hacer eso, pero debíamos mostrarles cómo podía acabar todo esto.
Resminiz çekilirken uymanız gereken bir kuralları vardı : Gözlerinizi açık tutmak zorundaydınız.
Y tenían sólo un requisito cuando te sacaban la foto tenías que tener los ojos abiertos.
Neden... Neden bu... sen olmak zorundaydın...
¿ Por qué... por qué tenías que ser... precisamente tú?
Bir insana aşık olmak zorundaydın.
Tenías que enamorarte de una humana.
- Her şeyi bozmak zorundaydın, değil mi?
Tienes que estropearlo todo, ¿ no?
- Robin, neden bunu yapmak zorundaydın?
_ Robin, por qué has tenido que hacer ésto?
Neden bu kadar zorlaştırmak zorundaydın?
¿ Por qué lo tienes que hacer tan difícil?
İnanmakta zorlandığın şeyler bana anlattı. Çalışman sabote edilmişti ve sen her şeyi baştan yapmak zorundaydın.
Me confirmó lo que tanto me costaba creer... que te habían saboteado la demostración y que tenías que rehacer todo tu trabajo.
Ama bir iş bulursa, yapılabilecek bir şey kalmayacak. Onu durdurmak zorundaydın.
Pero si toma el empleo no habrá nada más que hacer, tenías que detenerlo.
Bu konuda kendini tutma hocam, ona yalan söylemek zorundaydın.
No te sientas culpable, tenías que mentirle.
Eğer kenevir yetiştirmek istiyorsanız pul almak zorundaydınız, ama hiç pul verilmiyordu... hiç kimseye.
... pero no las vendían a nadie, a nadie.
Bunu şimdi mi yapmak zorundaydın?
¿ Tenias que hacer eso ahora?
Onu öfkeden deliye çevirmek zorundaydın, öyle değil mi?
Tuvisteis que cabrearles, ¿ verdad?
Bir silah tüccarını kızdırmak zorundaydın, değil mi?
Tenías que orinar sobre un distribuidor de armas, no?
Neden yemekte tüm o şeyleri söylemek zorundaydın?
¿ Por qué has dicho todas esas cosas en la cena?
Niçin tekilayı seçmek zorundaydınız?
¿ Por qué tuvo que elegir tequila?
Ondan kurtulmak zorundaydın.
Por eso tuviste que deshacerte de él.
Delonte'ye bir teklif yapmak zorundaydın.
Teniendo que hacer lo que Delonte mandaba.
Ölü bir adamı parka götürmek zorundaydın?
¿ Por que tuviste que llevar a Brett al parque? Era una apuesta.
Biliyorum, Eski Samantha'dan korkmak zorundaydın. Tıpkı postada çalışanlar gibi.. Ve evsizler..
Bien, ahora ya sé que solía ser alguien a quien le tenías miedo, tanto como la gente de la sala de correos y los sin techo, gatos, algunos curas.
- Ve sen denemek zorundaydın?
- Nos entregaban el sofá - cama. - Y lo probaron, ¿ no?
Ama hayır, masanın altına kayıt cihazı saklamak ve hepimizi bu harika büyük düşünce deneyinin içine çekmek zorundaydın.
Pero no, tuviste que ocultar una grabadora bajo la mesa y meternos a todos en ese grandioso experimento de pensamiento.
Parayı her an geri isteyebilirlerdi, ve 24 saat içinde ödemek zorundaydınız.
Podía ser reclamado en cualquier momento, y debía ser pagado en 24 horas.
Birine röportaj yaptırmak zorundaydın.
Tenías que poner a alguien para la entrevista.
Canavara yem vermek zorundaydın.
- Hay que alimentar a la bestia.
İnsanların neden köpekbalıklarını öldürdüklerini bilmek zorundaydım ve bunu nasıl değiştirebileceğimi.
Necesitaba saber por qué las personas estaban matando tiburones, y que podría hacer para detenerlos.
Eski kız arkadaşının hatırasını doldurmak zorundaydım.
En lugar de eso, tenía que competir con el recuerdo de su ex-novia.
Dağın tepesinde sana güvenmek zorundaydım.
Arriba en la montaña, tenía que confiar en tí.
Yarattığınız kaosu birisi kontrol altına almak zorundaydı!
Por supuesto solicitaré una investigación completa.
Fakat bunun hakkında düşünmeden önce,... uyuyan kedi kadının evine bir kere daha girmek için burun deliklerimi hazırlamak zorundaydım.
Pero antes de que pudiese pensarlo estaba frunciendo mi nariz por otra excursión a la casa de la señora que dormía con gatos.
Sana işkence etmelerine izin vermek zorundaydım, bu içeri sızmamın tek yoluydu.
Tuve que dejar que te torturaran, era la única manera de entrar.
Dağın diğer tarafına geçmek zorundaydık, yoksa biz de ölecektik.
Tuvimos que ir al otro lado de la montaña, o también nos moríamos.
Dedektif Taylor bu amacına ulaşmak için yalnız kalmak zorundaydı ki bu disiplin duruşmasının nedeni de bu zaten.
Con el fin de conseguir ese tanto, el detective Taylor, tenía que asegurarse de estar sólo. Que es la razón de esta vista disciplinaria.
Yapmak zorundaydın.
Tenías que hacerlo.
Her gün yataklarını toplamak zorundaydılar.
Lo hacían todos los días.
Ve her ay ödemek mi zorundaydın?
¿ Y tenías que pagar todos los meses?
Esrar yetiştirmek için yeraltına 20 vagon gömüldüğünü okuduğumuzda basılmış olsun ya da olmasın, onu görmek zorundaydık ve yola koyulduk.
Cuando lei que 20 carros de tren fueron encontrados enterrados produciendo marihuana. Atrapados o no, teníamos que verlo.
Senden ayrılmak zorundaydım, hatırladın mı?
Tuve que dejarte, ¿ recuerdas?
Bu saygısızlıgının bedenlini çekmek zorundaydı.
Ahora tiene que soportar esa vergüenza.
Canlarını bana vermek zorundaydılar, Judas'ım gibi.
Tenían que darme sus vidas, como mi Judas.
İşin içine biz karışınca kadının başka seçeneği kalmadı. Onu öldürmek zorundaydı.
Parece que cuando nos metimos, ella no tuvo otra que liquidarlo.
Yine de hırsız hangi kasalarla uyuşacağını bilmek zorundaydı, değil mi?
El ladrón aún tenía que saber qué cajas robar, ¿ verdad?
Evet, yapmak zorundaydım. Zorunda mıydın?
- Sí, tuve que hacerlo.
Toplanıp hazırlanmamız, buraya uçmamız, altı kilometre uzağınıza paraşütle atlamamız zor bir yürüyüş yapmamız ve kıçınızı kurtarabilmek için vurulmadan buraya gelmek zorundaydık.
Tuvimos que armarnos de valor volar en paracaídas a 4 millas de distancia, correr hasta aquí intentando que no nos dispararan para poder sacar sus traseros de aquí.
Alman ırkının saflığı kurtarılmak zorundaydı.
Había que recuperar la pureza de la raza alemana.
Ben de giriş kartını iptal edip onu göndermek zorundaydım.
Así que tuve que despedirlo y revocar su autorización.