Şımarık translate Spanish
1,759 parallel translation
Şu havalı şımarık kadınlardan biri gibi görünüyorsun.
Tienes el aspecto de una de esas mujeres... lustrosas y consentidas.
Şımarık velet, orada küstahça duruyor.
El mocoso malcriado está parado ahí, con tremenda audacia.
Bu dolap dolduran, şımarık gençleri kimse özlemeyecek Sadie.
Nadie va a extrañar a esos buenos para nada, Sadie.
- Şımarık karı!
- Perra.
Pampinea çok fazla şımarık değil... Hoşgörülü olduğu kadar da savurgan.
Pampinea no es tan malcriada si no mas bien extremadamente consentida.
Hele kıymetli ve şımarık Richie Rich hiç yok.
Y menos con ese niño rico consentido.
Başkanın şımarık piç kurusunun nasıl araya girdiğini gördün mü? Gördün mü karıyı?
Haz visto como el alcalde y el mocoso se intrometieron?
Şımarık küçük nankör.
Pequeña ingrata mimada.
O artık zengin değildi, güçlü de değildi, şımarık da değildi, ama hayatında ilk defa gerçek bir köpekti.
Ya no era rico, poderoso ni mimado. Pero, por primera vez, era un perro real.
Sen zengin şımarık bir piç kurusu olmak yerine neden önce bir birey olmayı denemiyorsun? Cazibe yaratmayı bilen biri olmayı.
¿ Por qué no intentas convertirte en una persona en vez de una niña rica malcriada que sabe ser encantadora?
Gerçekten de tam bir şımarık piç kurusu gibi davrandım.
Me estaba portando como una malcriada.
Partiye gelenler şımarık tiplerdir.
Son un grupo bastante consentido.
Zor çocukluğundan şikayet eden şımarık Amerikalı olduğumu düşünmenden korktum.
Temía que yo le pareciera una norteamericana malcriada... quejándose de su difícil niñez.
Bunu söylediğine gerçekten inanamıyorum. Şımarık ve nankörsün ve seni evine bırakıyorum.
no puedo creer que me hayas dicho eso eres una malcriada y malagradecida, te voy a llevar a casa
5 yıldır evliyim. Bunu kanıtlayacak 3 şımarık kızım var.
Hace cinco años que estoy casado y tengo tres hijas.
Şımarık bir serseri. Dünyanın pisliği ve iğrençliği onu sarmış. Yaşamın boşluğu altında ezilmiş!
Es un pequeño deshecho... atormentado por el aburrimiento y la debilidad del mundo, agobiado por el vacio de la existencia!
Çok şımarık.
Muy mimado.
Beni çocukken tanıyan ve benim onları tanıdığım birkaç insan erkek Shirley Temple olduğumu söylerdi. Katlanılmaz ve şımarık.
La poca gente que conoc'que me conocia de ni – o decian que era la version masculina de Shirley Temple : muy pesado y mimado.
Bu film Nick Rubenstein Arthur Gatoff'un tapınağına bu öğleden sonra küçük bir şımarık çocuk gibi ikinci defa dalınca kayboldu.
La película se perdió cuando Nick Rubenstein entró al templo de Arthur Gatoff por segunda vez esta tarde...
Senin kedin yüzünden annenle tatile gidemedik! Bu şımarık paspas yüzünden...
No pudimos irnos de vacaciones por ese felpudo consentido.
Bir avuç şımarık burjuvasınız.
Un montón de burgueses locos.
Şımarık hayatlarından bıkıp uzanmış Zengin bey ve hanım efendilerin sıkıntıdan kurtulma yoluydu.
Hombres y mujeres ricos que hicieron todo lo posible para aliviar... el aburrimiento de sus vidas consentidas.
Son ihtiyacım tanıdıkları olan şımarık bir zenginin üstüme gelmesi.
No necesito a una adinerada, bien conectada molestándome a cada rato.
Yarışın favorisi Şımarık Sarah'ya beşe iki veriyorlar.
La favorita Saucy Sarah paga 5 a 2.
Şımarık Sarah, Genç Bluster'a göre yavaş bir çıkışta.
Saucy Sarah se demoró un poco, al igual que Boy Bluster.
- Daha çok şımarık bir çocuk gibi!
Te comportaste como un chico malcriado.
Sen, şımarık bir züppesin.
Sólo eres una pequeña pija consentida.
Sence şımarık bir züppe miyim?
¿ Crees que soy una pija consentida?
Patronluk taslıyorum, çocuklarım şımarık...
Porque ya he oído esto antes. ¿ Qué? Soy mandona, mis hijos son malcriados...
Kadın şımarık. Kadın zevk sahibi!
Ella es descarada.
kaba, şımarık, Ama göstermiyor..
¡ Ella tiene gusto! Descarada, caradura, Pero ella no mostrará su cola dura.
Şımarık bir velet gibi davranıyorsun.
Actúas como una mocosa engreída.
Şımarık bir velet gibi davranan süprüntü gibi konuşacağım.
Y volveré a decir idioteces... portándome como una mocosa engreída.
Addis Ababa, Etiyopya'nın denize kıyısı olmayan başkenti.
Adis Abeba en la capital de Etiopía que no tiene salida al mar.
İngiltere'nin doğu kıyılarına doğru deniz karşısında daha yumuşak engeller bulduğu için tüm bu süreç çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor.
Más cerca de casa, en la costa este de Inglaterra, donde el mar está enfrentado a un oponente menos formidable, el proceso entero ocurre espantosamente deprisa.
Böylece okyanus akıntıları durdu ve denizler mezarlık haline geldi.
Así que las corrientes oceánicas pararon de moverse y el mar s convirtió en un cementerio.
Aslında bunlar birbirine sıkışmış milyarlarca ölü deniz canlısından geriye kalanlar.
De hecho son los restos de billones y billones de criaturas muertas del mar apiñadas.
Ancak 1998'de bölgedeki deniz sıcaklığı yaklaşık 2 derece artış göstermiş.
Pero en 1998, las temperaturas del mar a lo largo de la región crecieron casi 2 grados.
Dünyamızın sağlığı denizlerdeki koşullara çok sıkı bir şekilde bağımlıdır öyle ki bu değişimlerin anlatılamayacak kadar çok fazla sonucu olacaktır.
La salud de nuestro planeta está tan intimamente conectada con las condiciones en el mar que esos cambios pueden tener incalculables consecuencias para nuestro planeta.
Üşümüyorum. Hem esintilere alışmam gerekiyor. Artık, denize aşık bir adamın karısıyım.
No tengo frio, tengo que acostumbrarme con el viento, ya que soy mujer de un apasionado por el mar.
Bana anlatılanlara göre, Beowulf isminde birisi açık denizde yapılan bir yüzme yarışında Güçlü Brecca'ya meydan okumuş.
Hubo otro Beowulf del que oí que desafió a Brecca El Grande a una carrera de nado en mar abierto.
Dudakları yazın olgunlaşan kirazlar gibi Gül kırmızısı, gül kırmızısı Teni ay ışığı kadar soluk
Labios maduros como moras en junio rojas las rosas, rojas las rosas piel clara como la luz de la luna suavemente mientras avanza Ojos azules como el mar o el cielo...
Çocukluğumun güzel şımarığı. İlgi isteyen ufaklık.
La niña malcriada adorada de mi niñez.
Daha karanlık günler kışın habercisidir,... böylece deniz suyu üstünde avlanılacak kadar sertleşir.
Los días más oscuros anuncian el regreso del invierno y, con él, el de un mar congelado y sólido que les permitirá cazar.
Sinir uçlarına bağlı boynuzsu dişleri çok hassastır,... havanın ve denizin tadını alır, ... sıcaklık ve hava durumunu algılar.
Sus sensitivos dientes de marfil, de múltiples terminaciones nerviosas les permiten analizar el aire y el mar saber la temperatura y el clima.
Bak, yanlış anlama çünkü Sadie iyi biridir, onu severim ama denizde bir sürü balık var.
No tomes esto a mal, porque Sadie es linda, me gusta mucho pero hay muchos peces en el mar.
Son meteorolojik veriler, fırtınanın Kuzey Denizi'nin doğu kıyısına yöneldiğini gösteriyor.
La oficina de meteorología nos indica que la tormenta tomo del este al mar norte.
Ve hepiniz Kızıl Denizin kıyısında banyo yapmak için geldiniz.
Y todos ustedes deben bajar por un baño en las orillas del Mar Rojo.
Ben uzaya baktığımda, yıldız denizinin içine katrilyonlarca ışık görüyorum, her birinin birilerine...
Cuando miro hacia el espacio, hacia el mar de estrellas veo un billón de veces un billón de luces, cada una llamando a alguien :
Sarışın bir kızdı, mavi gözlüydü. Okyanus mavisi.
Rubia, de ojos azules, tan inmensos como el mar.
Ne yazık ki Sullivan önemli olan, ben Gotham ( Batman'in şehri )'ı yeni ofisimden görebiliyorum, ve sen... Şey, sen tatlım sen C Bölümü'nün de altında çalışıyorsun.
Desafortunadamente Sullivan lo que importa es que yo puedo ver Ciudad Gótica desde mi nueva oficina y tú, bueno, tú cariño tú trabajas bajo el nivel del mar.