Bıçak mı translate French
1,057 parallel translation
- Silah mı, bıçak mı?
- Revolver ou couteau?
- Bıçak mı? - Evet, bıçak.
- Oui, des couteaux!
Bu ne bu, bıçak mı?
C'est un couteau.
Bıçak mı?
Super! Qu'est-ce?
- Sana bıçak mı çektiler?
- Ils t'ont blessé avec un couteau?
Bu bıçak mıydı?
Est-ce ce couteau?
Bıçak!
Cuchillo, tu m'entends?
Benim meydanımı sor, orada olacağım. Ne? Bak, Bıçak.
Dans 2 semaines, va dans un village qui s'appelle Ramirez et demande où est ma place.
Eti kesmek için bıçak bulayım.
Je vais chercher la scie pour couper la viande.
Bıçak kavgasında mı? Kural yok.
Il n'y en a pas au couteau.
Beni bıçak'la tehdid etti direndim, karşı koyunca'da ve bir şekilde... bıçaklandı.
II m'a menacée avec un couteau. Je me suis débattue. J'ignore comment, il s'est écorché.
Ama bu seferki silahım bıçak değil, gerçekti.
Mais cette fois, je ne tenais pas un couteau, mais la vérité,
kendimi bildim bileli bıçak kullanırım
Blessé?
- Daha ince bir bıçak lazım.
- Il me faudrait un couteau plus fin.
Evelyn seni öldürmem için bir bıçak getirecek.
Evelyn m'apportera un couteau pour que je puisse te tuer!
Danielle, sana Reynolds'tan paslanmaz çelik çatal bıçak takımı.
Danielle, vous gagnez cette valise de couteaux en acier inoxydable.
Kendi çatal bıçak takımımı getirdim.
J'ai même apporté les couverts.
Çatal bıçak takımını unutmuşsun.
Tu avais oublié tes couteaux.
Grady vuruldu, ben de Jim Kane'den bir bıçak çıkardım.
Grady a reçu une balle. Kane, un couteau.
Yapayalnızdım. Beni sıcak tutması için bir kedi yavrusu bıraktı sadece.
Je me sentais seule, je n'avais qu'un chat.
Fazladan bir bıçak var. Ortaya koyacağım. Çatalları unuttum.
Il y a un couteau en trop.
O bıçak şimdi bana lazım...
Cette fois c'est moi qui ai besoin d'un sabre!
Sıcak bıraktım senin için.
C'est encore chaud.
Nöbetçiler Bıçak geçirmez pelerinim... olduğunu duymamış mıydın?
Ignores-tu qu'aucune arme ne peut transpercer ma tunique?
Bana bıçak çekti.
Il m'a poignardé.
Yumruk, avuç, bıçak, kılıç, sırık, mızrak. Hepsi kol gücüne bağımlı. İzle...
Le poing, la paume, le sabre, l'épée, le bâton, la lance, tous dépendent de la force du bras.
Evet, ama korkarım ki... bıçak yeterince derine saplanmadı.
Laissez-moi y aller. Non.
Hep bıçak taşırım!
J'ai toujours eu un couteau. - Pour quoi faire?
Bıçak atma mı, harika!
Le lancer de couteaux! Formidable!
Asla itirafçı olmadım ve İran halkında kimin elinde bir bıçak vardı.
Je déteste les curieux.
Şunu belirtmezsem olmaz, Bay Lüders,... cebimde bıçak taşıyorum.
Sachez une chose, M. Lüders. J'ai un couteau dans ma poche.
Cebimde her zaman bıçak taşırım ve mecbur kalırsam kullanmaktan çekinmem.
J'en ai toujours un. Je n'ai pas peur de m'en servir s'il le faut.
- Bıçak sol tarafta durur tamam mı.
- le couteau va à gauche.
- Gidip bıçak alayım.
- Je vais chercher un couteau.
Bu küçük, ufak Budist, onunla ilk tanıştığım zamanlarda bir kâse süt içerdi, pirinç ve sıcak süt şimdi ise biftek yiyordu.
Au début, ce gringalet bouddhiste ne ne nourrissait que d'un peu de lait chaud avec du riz, et là, il mangeait des bœufs entiers!
- Beni yalnız bırakıcak mısın?
- Tu veux que je m'en aille?
Sadece bana bıçak sallayıp ardından kendi boğazına dayayanları.
Uniquement ceux qui m'ont tendu un couteau puis la gorge.
Bu sabah Bay Hand'e bıçak çeken sörfçü çocuğu duydun mu?
T'as entendu parler du gars qui a menacé M. Hand avec son couteau?
Bir sanıyeile bıçak bana batıyordu!
Ce poignard m'a presque transpercé.
Yarım avuç buz gibi çakıl yer yılda 4 peniye günde 24 saat çalışırdık ve eve dönünce babam bizi ekmek bıçağıyla ikiye keserdi.
On avalait du gravier gelé, et 20 h par jour à l'usine pour 4 pence tous les 6 ans. Et le soir, papa nous étripait avec le couteau à pain.
Gözlerindeki korku ve göğsündeki bıçak annem hakkında hatırladığım son şeyler.
La peur dans les yeux, et le couteau dans la poitrine. C'est mon dernier souvenir de ma mère.
McAngus onu son gördüğünde, Düşman ordusunun yarısını karşısına almış, elinde de silah olarak sadece ufak bir çatal bıçak takımı varmış.
La dernière fois que McAngus l'a vu, il se battait contre la moitié des Turcs armé d'un simple couvert.
İki elimde de bıçak olsa, doğrudan sana saldırsam, yine de o köpek bir halt yiyemez.
Il ne m'attaquerait pas même si je te menaçais avec un rasoir à chaque main!
Onun söylediğini yaptım Bay Holmes ve bir arkadaşıma götürdüm, bir bıçak aldık ve onu açtık, o anda kalbim durdu, taştan hiç iz yoktu, ve çok korkunç bir hata yapmış olduğumu anladım.
J'ai emporté l'oie chez un ami, nous avons pris un couteau et nous l'avons ouverte... Et mon cœur s'est arrêté. Il n'y avait aucune trace du bijou, et j'ai compris que j'avais commis une erreur.
Karım tabak, bıçak, çatalları ayarlar.
Ma femme fournira les assiettes, les couteaux et les fourchettes.
Çatal ve bıçak artık yaşamımızın bir parçası!
Couteaux et fourchettes à tous les repas.
Dolabıma asla bıçak falan koymadım.
Je n'ai jamais eu de couteau dans mon casier.
O tarihte, golf kulübündeki dolabınızda bir bıçak var mıydı?
Ce jour lá, y avait-il un couteau dans votre casier du club?
Uyandım. Boğazıma bir bıçak dayanmıştı.
Je me suis réveillée, un couteau sous la gorge.
Tepemin tası attı, elime bir bıçak aldım ve...
J'ai perdu mon calme, j'ai pris un couteau et j'ai...
Bıçak tasarımını yeniden yapmalıyım. Yapabilirim. Ama sonra kesmeliyim, bu da zaman alır.
Je peux redessiner les lames... les raccourcir, mais ça prend du temps.