English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turkish → French / [ F ] / Fırsatı

Fırsatı translate French

18,996 parallel translation
Şımarık ve haylaz çocuklardan oluşan kolay etkilenebilir bir topluluğa iktidar fırsatı vermekle ilgili eğitici bir hikâye.
Un avertissement sur le fait de donner le pouvoir à un groupe impressionnable de morveux malodorants et débraillés.
Washington'da yeni dostlar edinme fırsatını kaçırmak istemedim.
- Et c'est l'occasion de me faire des amis à Washington.
Öyleyse bana zararımı kuruşu kuruşuna telafi etme fırsatını sağlayacak cesaretinizin olduğunu varsayıyorum.
J'imagine donc que votre courage m'offrira l'opportunité de récupérer mes pertes, intégralement.
Fırsatım olur olmaz tekrar arayacağım.
J'essayerai de te rappeler plus tard.
Çok kötü bir adamsın. Bu, kurtuluş için fırsatınız.
Vous avez été un homme très mauvais, et vous avez une occasion unique de vous racheter.
Sana hayatında yeni bir şans verdim Ve bu fırsatı boşa harcıyordun.
Je vous ai offert l'opportunité d'une nouvelle vie, et vous, vous l'avez gâchée.
Kaçma fırsatı doğduğunda da kaçırmadı.
Et quand l'occasion se présenta, il l'a saisie.
Bahar aylarında limanlarda hâlâ iş bulma fırsatı var.
Néanmoins, le printemps est la saison d'embauche aux quais.
Fırsatı bulur bulmaz peşinizden geleceğim.
Je viendrai dès que possible.
Fırsatı bulur bulmaz peşinizden geleceğim.
Je viens dès que je peux.
Dr. Cannerts'ın olağanüstü çabaları sayesinde, elimizde kordonu hızlıca ortadan kaldırmamıza yardım edebilecek sıra dışı bir fırsatımız var.
Merci aux efforts extraordinaires du Dr Cannerts, nous avons maintenant une occasion exceptionnelle qui peut nous permettre de mettre rapidement fin à ce cordon.
Ama sonunda burada sıkışıp kaldım, ben de bunu iş fırsatına çevirdim.
J'ai fini par rester coincé ici, donc j'ai tourné ça en une opportunité d'affaires.
Kızımı kaçırıp işkence eden adamın eline aynı fırsatı tekrar vermeye yardım ederim demedim.
Et pas que je t'aiderais à donner à celui qui a kidnappé et torturé ma fille une chance de recommencer.
Bir sürü fırsatın olacak.
Tu auras beaucoup d'occasions.
Galiba sen takıma girdiğinden beri bir merhabalaşma fırsatımız olmadı.
Je n'ai pas encore eu l'occasion de vous saluer.
Kazanıp kazanmayacağımı bilemeyiz ama en azından yarıştayım. Ve bu fırsatı Cathy Durant'in yolunu kolaylaştırmak için kaçıramam.
Mais je suis dans la course, et je ne me sacrifierai pas pour Cathy Durant.
Sana telafi etme fırsatı vereceğim.
- Je te donne une chance d'avouer.
Fırsatım yoktu.
Je n'avais pas le choix.
Juliette ile normal bir hayata sahip olma şansım vardı. Ve beni Grimm olmaktan alıkoyunca bana bu fırsatı verdin.
J'ai eu une chance d'avoir une vie normale avec Juliette, et tu me l'as donné quand tu as pris mes pouvoirs de grimm.
Ama yine de fırsatımız vardı ve kullanmadık.
Mais quand même, on a eu cette chance, et on ne l'a pas saisie.
Tek pişmanlığım Juliette'i gömme fırsatının olmaması.
Mon seul regret est que tu n'aies pas eu la chance d'enterrer Juliette.
İHO dün gece geç saatlerde As Suwar'dan harekete geçti. Hesaplamalarımıza göre mevcut hızları ile 72 saat içinde Fırat'a ulaşmalarını bekliyoruz. Bu durum karayolu ve nehir ulaşımını aksatabilir ancak daha önemlisi onlara bölgedeki hayati barajları tahrip etme fırsatı verebilir.
L'OCI a commencé sa progression depuis As Suwar. ils atteindront l'Euphrate d'ici 72 heures. et ils pourraient détruire des barrages vitaux dans la région.
Birleşik Devletler Başkanı'yla bir kez de değil, iki kez telefonda konuşma fırsatı edindiniz.
Vous avez réussi à parler au président, deux fois.
- Sayın Başkan. - Cathy. Olanları tartışma fırsatı bulamadığımızın farkındayım.
On n'a pas pu discuter.
Öncelikle konuğumuz olan InfoWorld'den Ross Weaver'a hoş geldin demek istiyorum. Umarım hepiniz konuşma fırsatı yakalamışsınızdır. Kendisi yeniden işe koyulmamızı halka tekrar lanse edecek.
Tout d'abord, bienvenue à Ross Weaver du magazine InfoWorld, qui prépare un sujet sur notre nouveau départ.
Teröristin fırsatı sakata geldi demekki.
Ainsi, la fenêtre d'opportunité du terroriste simplement rétréci.
Fırsatı kaçırıyorsun.
Vous perdez votre chance.
Gerel, Xanadu'ya gitme fırsatını kaçırmaz ve hürmetlerini yolladı.
Gerel ne raterait pas un voyage à Xanadu. Il avait hâte de vous saluer.
Diğer çetelere gelince, onlar da fırsat kolluyorlardı.
Quant aux autres gangs, ils attendaient un repreneur.
Gazete için haber yapmak iyi bir fikir olur dedim. Ayrıca bu, birbirimizi daha iyi tanımak için oldukça güzel bir fırsat.
J'ai pensé que ce serait une bonne idée pour un article, en plus je pense que ce serait un bon moyen pour nous d'apprendre à se connaître.
Başka fırsat olmayabilir.
Faut en profiter.
Zorbaların vahşeti yanlarına kalır... ve başka bir fırsat bulmamız 20 yıl sürebilir, bunun için yeni bir nesil gerekir.
Les tyrans resteront impunis... et il nous faudra encore vingt ans et une autre génération pour avoir une telle occasion.
Şirketler yeni patronlarla iş yapmak için fırsat kollar.
Des sociétés avec lesquelles traiter.
Fırsat hâlâ mevcut mu?
On a encore un créneau?
Hayır, o fırsat kaçtı artık.
Non? J'ai raté une belle occasion.
Sosumuz için harika bir fırsat bu yahu.
[INSPIRATIONS] Je veux juste dire que c'est une grande opportunité pour notre sauce.
Bu büyük bir fırsat ve bunu kaçırmamalısın çünkü hayat elindekileri her zaman sana vermez.
C'est une belle opportunité, tu devrais la saisir car la vie ne t'en offre pas souvent.
# Kader verirse bir fırsat kendini kanıtlamak için eline # Vardır hazır olunacak bir avuç gün önünde
Quand on t'offre la chance de prouver ton potentiel, tu n'as que peu de temps pour la saisir.
Rakibine hiç fırsat vermiyor.
Elle ne laisse aucune chance à son adversaire.
Eline bir sürü fırsat geçecek.
Tu auras des opportunités
Sakın ona fırsat verme çünkü o da sana vermeyecektir.
Elle ne te laissera aucune opportunité. Fais-en de même.
Puan kazanamazsa sinirlenecek ve sana fırsat verecektir.
Empêche-la de marquer, elle perdra patience et fera une erreur.
Naomi tüm gücünü kullanıyor ama Geeta ona hiç fırsat vermiyor.
Naomi donne tout, mais Geeta ne lui laisse aucune chance.
Naomi çok çabalıyor ama Geeta ona hiç fırsat vermiyor.
Naomi se donne du mal, mais Geeta ne se laisse pas faire.
Puan kazanamazsa sinirlenecek ve sana fırsat verecektir.
"Empêche-la de marquer, elle perdra patience et fera une erreur."
Ama yine de fırsat geldiğinde...
Quand on a une occasion...
Elimizdeki tek fırsat buydu.
C'était la seule opportunité qu'on avait.
Birbirimizi daha iyi tanımak için bu bir fırsat.
Ça nous permettra de mieux nous connaître.
"Biraz geri çekil." "Biraz dinlen. Yeni nesle bir fırsat ver."
"Prenez du recul, levez le pied, laissez la place à la jeune génération."
Bu, bir ebeveyni kaybetmeden önce herkesin sahip olduğu bir fırsat değil.
On n'a pas toujours cette chance avant qu'un parent meure.
Ben de bunun iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Benim sadece bir isteğim var.
J'ai juste... une requête.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]