Lecon translate French
6,204 parallel translation
Ne kadar sorunlu olduğumu söylemene ihtiyacım yok.
J'ai pas besoin de leçon de moi étant le problème, ok?
Bu yarım peniyi al da git bana bi'değnek al ki senin şu terbiyesiz kardeşine güzel bir dayak atayım.
Prends ce demi-penny et achète-moi une baguette que je puisse donner la leçon à ton frère insolent.
Daha yeni bir tevazu dersi bize örnekler sunacak.
Une récente leçon d'humilité servira à l'illustrer.
Bilgiyi kavrayıp kavramı tecrübe ettiğinizde öğrenme tamamlanmış olur.
Le savoir devient perspicacité. La compréhension devient une répétition puis elle peut être regardée comme une leçon.
Yalnızca Kalsikler'i incelemekte ısrar ediyorsunuz!
La journée parle. Le crépuscule parle. Troisième leçon...
Doğru tartışma ve öğrenme budur.
Cela s'appelle Gyeongyeon. Une vraie leçon.
Her şeyden çıkarılacak bir ders var.
Il y a une leçon à tout.
Burada ders vermiyorsun.
Ce n'est pas une leçon.
Sana bir hayat dersi vereceğim, sevgili Marcus.
Une leçon de vie va venir pour toi, mon cher Marcus...
Bir hayat dersi...
Une leçon de vie.
Günün dersi : eğer bir tehdit görürsen, büyük yada küçük, hemen bir ot gibi biç.
Leçon du jour : la prochaine fois que vous voyiez une menace, petit ou grande, vous la couper à la base comme une mauvaise herbe.
Başka bir ders daha istemiyorum, Lisbeth.
Pas d'autre leçon de morale, Lisbeth.
Biseksüel biriyle çıkmak sakadatsizlik dersi almak gibi.
Sortir avec un bi est une leçon sur l'insécurité.
Bundan ders çıkarmalısın.
Il y a une leçon à ça.
Hayat dersi için teşekkürler.
Merci pour la leçon de vie.
Bana açgözlülük dersi vermeyin, Bay Compton.
Ne pas me faites la leçon sur la cupidité, M. Compton.
Hadi bakalım. İlk ders.
Première leçon.
Limonlu suların ve şoförlü Limuzininle bana nasıl gerçek New Yorklu olunur diye ders verme.
Ne me fais pas la leçon à propos d'être un vrai new yorkais avec ton eau au citron et ton chauffeur de limousine.
Bu zorlu bir ders.
Ça... c'est une dure leçon.
Sizi golf sahasından getirdiğimiz için özür dileriz Bay Burns.
Nous sommes désolés de vous extirper de la leçon de golf, M. Burns.
Çekingenlik ediyorum diye beni azarlıyorsun sonra da suratın kızardı diye gizlenip kaçıyorsun.
Tu le fais la leçon pour que je me fiche du regard des autres mais tu cours et te caches parce que ton visage est rouge.
Ama bu bana çok önemli bir ders verdi. Siz de bu dersi almalısınız, kızlar. Onaylama insanın içinden gelir.
Mais il m'a appris une leçon très importante que vous devriez apprendre aussi, les filles... l'approbation vient de l'intérieur.
Tek dersle araba kullanmayı öğrendiğini mi sanıyorsun?
Une leçon et tu penses que tu es prêt pour ça?
- Kimse burada olduğumu bilmiyor ve eminim beylerde derslerini almışlardır.
- Eh bien, personne ne sait que je suis là, et... Je suis sûre que les gars ont appris leur leçon.
Olmadım, ancak burada kibir ile ilgili alınması gereken bir ders olduğuna inanıyorum.
Loin de là, mais je crois qu'il y a ici une leçon à retenir... sur l'orgueil démesuré.
Albay Marsh'ı mektup açacağıyla bıçakladığımda öğrendim bunu.
J'ai appris cette dure leçon lorsque j'ai poignardé leur colonel Marsh avec un coupe-papier.
Bu bana vermeye çalıştığın o garip aile hayatı derslerinden biri mi yoksa?
Est-ce supposé être une sorte de leçon de vie familiale, que tu essaies de m'enseigner?
Eğer dersini alırsan, endişelenecek bir şeyin de olmaz, Max.
- Si tu avais appris ta leçon, tu ne t'inquièterais pas, Max.
Önemli olan şu, Brick kesinlikle dersini aldı.
L'important est que Brick a compris la leçon.
Brick dersini aldın mı?
Brick, tu as compris la leçon?
Doğru inancın doğası hakkında bir dersim var.
J'ai une leçon sur la nature de la vraie foi.
Aslında, ders onun için değil senin, takipçilerin ve tüm dünya için.
En fait, ce n'est pas juste une leçon pour lui, mais pour vous, vos disciples, et le monde entier.
Çünkü anneniz bilerek kaybediyor ki bu hiç iyi bir hayat dersi değil.
C'est parce que maman perd exprès, ce qui n'est pas une bonne leçon de vie.
Kasasını doldurmak amacıyla benim adımı boku bokuna kirletiyor ve bu yüzden ben de, bu adama bir ders vermenin ve dinin, aslında neyi ifade ettiğini göstermek gerektiğini düşündüm.
Il a utilisé mon nom en vain pour augmenter ses revenus, donc j'ai pensé lui donner une leçon et montrer au monde, ce que la religion représente vraiment.
Bana yepyeni şeyler öğretti.
Elle m'a donné une leçon.
Zor yoldan öğrendim.
J'ai durement appris ma leçon.
Kızımın uygulamalı olarak bir ders alacağı bir yere gidiyoruz.
Là où mes filles ont presque appris une leçon.
"Nedir bu ders, Theodore?"
"Et quelle leçon, Theodore?"
Whitechapel'in geleceğinin nasıl olacağını ve artık barışık olduğumuzu gösterecek bir ders, canım kızım.
Une leçon, ma chère fille, qui démontre ce que sera le futur de Whitechapel, maintenant que nous sommes réconciliés.
Hayır. Çünkü görüyorsun, ders bu.
Parce que, vous voyez, c'est une leçon.
Son seferden dersini almadın mı?
Tu n'a pas appris ta leçon de la dernière fois
Akademideki fu-da-no bize bu dersi çok iyi öğretmişti.
Le fu-da-no à l'académie nous a très bien appris cette leçon.
Ve de hapiste çektiği ceza ona bulunduğu konuma saygı duymayı öğretti diyelim.
Et encore, laissons nous dire que la dure leçon de l'emprisonnement lui a aussi appris à respecter sa place dans un plus grand schéma.
Asla akıllanmayacaksın değil mi?
Tu ne retiendras jamais la leçon, pas vrai?
Sadece bize bir ders vermeye çalışıyor.
Il essaye juste de nous apprendre une leçon.
Bunun dışında ders çalışıyor ya da başka şeyler yapıyorum.
T'es en train de tout ruiner en essayant d'en tirer une leçon ou... autre chose... peu importe.
dersimi öğreniyorum Al. İyi.
J'apprends ma leçon, Al.
- Nutuğa gerek yok.
- Reagan... - Pas besoin de leçon.
Ne?
Tu ne crois pas que j'ai appris ma leçon avec les chèques?
Dün gece dersini öğrenemedin mi?
Vous n'avez pas retenu la leçon d'hier soir?
Ona haddini bildirmeliyiz.
On doit lui donner une leçon.