Nına translate French
181,197 parallel translation
Arabamla kapınıza geldim. Hep birlikte kaldığınız o eski koca evin yanına.
Je me suis garé devant... cette grosse baraque où vous viviez tous.
Ailemi yanına aldığını söylemeliydin!
Tu aurais dû me dire que tu avais ma famille.
Kristen'ın yanına hemen girmemiz gerekiyor ama bu işler belli olmaz.
On devrait pouvoir voir Kristen immédiatement, mais on ne sait jamais. Badges.
Radyonun tuşlarına basmaya bayılırdın.
Tu adorais jouer avec l'autoradio.
Geçen hafta aynı şey kocası iş gezisindeyken Janelle Klecker'ın da başına gelmiş.
C'est arrivé la semaine dernière à Janelle Klecker pendant que son mari était en voyage d'affaires.
Patapsco Eyalet Parkı'na gömülmüş olacak. Otoyol 40 ile nehir kıvrımının kesişiminde, büyük ağacın yanında.
Elle sera enterrée au parc Patapsco, là où la rivière croise la route 40, près d'un grand grand vieil arbre.
Tüm raporları taradık, tüm kaynakları tükettik, - her taşın altına baktık.
On épluche tous les dossiers, épuise toutes nos ressources, retourne toutes les pierres.
Kartlarınızı yüzünüzün hizasına kaldırıp kameraya bakın.
Tenez le badge devant votre visage, et regardez la caméra.
Rochester'ın başkalarına temas etmesine izin verilmiyor.
Rochester n'est pas autorisée à entrer en contact physique.
Diğer mahkumların arasında dolaşamayacağı anlamına geliyor. Onların güvenliği için.
Elle ne peut donc pas circuler librement avec les autres... pour leurs sécurités.
Hamileliğinin son döneminde olan bir kadına zincir vuramazsınız!
Vous ne pouvez attacher une femme en fin de grossesse!
Şu anda yatağına kelepçelenmiş durumda. Çünkü canını sıkan herkese saldırıyor.
Elle est menottée à son lit car elle s'en prend aux personnes qui l'agacent.
Bir keresinde hoşlandığım adamın bir bakkalı soymasına yardım etmiştim.
Tu sais, une fois j'ai aidé un garçon à voler dans la supérette du quartier.
Yazın annem beni plajın bize özel ayrılmış kısmına götürürdü.
L'été, ma mère m'emmenait chez le vendeur de glace près de la plage.
Her kadının gün aşırı bir tane almasına neredeyse yetecek kadar.
C'est presque assez pour que chaque détenue en ait un jour sur deux.
31 haftalık hamile. Hamileliği sonuna gelmedi ama bebeğin hayatta kalmasına yetecek kadar ilerledi.
Elle est à 31 semaines, le cycle n'est pas tout à fait terminé, mais c'est un stade acceptable pour la survie du nourrisson.
Akıl hastalığına dair sahip olduğun her anıların, seslerin, halisünasyonların sadece gücünün bir kanıtı olduğunu söyleseydim ne yapardın?
Et si chaque souvenir de ta maladie mentale... les voix, les hallucinations... ce n'était rien que ton pouvoir?
Sonra çalışmalara odaklanabiliriz. Geçmişindeki anlara şu sözde hastalığına yakalandığını hissettiğin ilk ana geri götüreceğiz seni.
Alors on peut se fixer sur le travail... te ramener à ces moments dans ton passé quand tu as senti la dénommée "maladie" venir.
Belki de gerçek anılarını sahte olanların arkasına saklıyordur.
Il cache peut-être ses vrais souvenirs derrière des contrefaçons.
Şu anda burada oturmuş, sana eşimin nasıl 20 sene önce ölmesine rağmen onun hiçbir eşyasına dokunmamış hatta ve hatta onun ölmediğine kendimi inandırdığımı söylesem...
Si j'étais assise là, à vous dire que mon mari est mort depuis 20 ans, que je n'ai touché à rien, et qu'en plus, je continue de rêver qu'il n'est pas mort.
Her zaman serabın veya bu hissin, beraklığın belki de hastalığın diğer yanının başladığına dair bir belirti olduğunu.
Tout le temps... penser au mirage, ou comme ce sentiment, la lucidité... comment il pouvait n'être, qu'un symptôme de l'autre face de la maladie se manifestant.
Arkadaşlarının olmasına, sevgilinin olmasına izin verdim.
Je t'ai laissé avoir tes amis, ta copine.
Hastalığın seni hasta olmadığına ikna ediyor.
Ta maladie te convainc, tu ne l'as pas.
Ve buna inanmayı her şeyden çok istiyorsun çünkü bu deli olmadığın anlamına geliyor.
Et plus que tout, tu veux y croire car ça veut dire que tu n'es pas fou.
Fakat inanırsan, umutlarına karşı pes edersen ve sonra yanıldığını anlarsan asla toparlanamazsın.
Mais tu sais que si tu y crois... si tu succombes à l'espoir et que tu as tort, alors... tu n'en reviendras jamais.
Yani tek yapmamız gereken Lenny gibi görünen ama Lenny olmayan canavarın dikkatini başka yöne çekmek ki o farkına varmadan bedenlerimizi kurtaralım..
Tout ce qu'on doit faire, c'est distraire le monstre... Qui ressemble à Lenny sans l'être... on sauve nos corps, sans qu'elle le sache, puis on trouve comment stopper le rêve
Dostlarıma bir şey olursa haritadan fazlasına ihtiyacın olacak.
Si quelque chose arrive à mes amis, il vous faudra plus qu'une carte pour vous sauver.
Beni hayal kırıklığına uğrattın.
Et tu m'as toujours déçu.
7 milyar insanın hayatına karşılık bir hayat.
Une vie contre 7 milliards...
İşte o zaman Olivia onu satın alıp Maymun Konağı'na getirdi.
C'est là qu'Olivia... l'acheta et l'emmena à la Maison de Singe.
Bunun arkadaşların adına ne anlama geldiği için özür dilerim.
Je suis navré de ce que ça veut dire pour tes amis.
Ravi mavi sıvısına sokmuştu, hafıza araştırmasının bir parçasıydı.
Ravi l'a trempé dans un liquide bleu, une partie de sa recherche sur la mémoire.
Duvarın arkasına düşüyordu.
Déposées derrière le mur.
Sağlam bir kanıtınız olmamasına rağmen itiraf etmiş.
Il a avoué alors que vous n'aviez pas de preuves solides.
Çünkü kimin ne zaman nerede olduğunu tam olarak doğru söylemezsen bu seni cinayete yataklık yaptığın anlamına gelecek.
Car si vous ne nous dites pas la vérité sur qui était ou, et quand, cela fait de vous un complice de meurtre.
Erkek arkadaşına göre, Barb bana söylediğinden daha önce evden ayrılmışsın. Saat iki civarı.
Alors, selon votre petit-ami, Barb, vous êtes partie de chez lui plus tôt que ce que vous m'aviez dit.
Tüm komşularına yemek yapar mıydın yoksa sadece Wally ve Anna'ya mı özeldi?
Vous cuisinez pour tous vos voisins ou Wally et Anna été uniques?
Stan'in bankasına gitmeye hazır mısın?
Vous êtes prêt à vous diriger vers la banque de Stan?
Bu telefonun içindeki bir fotoğrafın Chen davasında işe yarayacağına inanıyorum.
J'ai raison de croire qu'il y a une photo sur ce téléphone qui serait utile sur l'affaire Chens.
Gizlice çocuklarının telefonlarına yüklüyorlar.
Installée secrètement sur le téléphone des enfants pour les surveiller.
Bir gün, kız dokuma tezgahındayken eşiyle birlikte gizlice içeri bakınca onun kız olmadığının farkına vardılar.
Un jour, tandis que la fille tissait, lui et sa femme y jetèrent un oeil et virent qu'elle n'était pas une femme.
Belirli anıların, geçmişinin belirli parçaları silinmiş veya arasına duvar örülmüş adeta.
Certains souvenirs, des segments de ton histoire ont été murés ou effacés.
Kodlama yok, tamam mı? Luna kulağına fısıldamak için burada değil ve benim gözetimimde erimemeni tercih ederim.
Luna n'est pas là pour te murmurer à l'oreille et je préférais que ton cerveau ne fonde pas pendant ma garde.
Stratejik olarak, Bunun hiçbir anlamı yok Bu yüzden halkımızı tapınak kapılarına koydum.
Stratégiquement, ça n'a aucun sens, donc j'ai mis nos hommes aux portes du temple.
Ordumuzun kalanını tapınak kapılarına taşı
Déplace le reste de notre armée jusqu'aux portes du temple.
Bu benim haklı olmadığım anlamına gelmiyor.
Ça ne signifie pas que je n'ai pas raison.
Yakında kendi ayakkabını nasıl bağlayacağını yalnız başına kalınca nasıl normal bir giysiyi nasıl içinde uzay yürüyüşü yapabileceğin kıyafete dönüştüreceğini bilemeyeceksin.
Bientôt tu ne sauras plus comment faire tes lacets et encore moins comment convertir une combinaison de lancement en quelque chose qui te permettra d'aller dans l'espace.
O zaman galiba fırtınanın dışına süreriz. Deniz fenerine.
Alors on survivra à la tempête dans le bunker du phare.
Onların bizi kurtarabilecek tek şey için savaşmasına izin veremem.
Je ne peux pas les laisser combattre à cause de la seule chose qui puisse nous sauver.
Skaikru sığınağı tek başına almayacak.
Skaikru n'aura pas le bunker pour lui seul.
Ama Luna son dördün arasında ki bu insan ırkının son raddesinde kimsenin yaşayamayacağı ve o sığınağa giremeyeceği durumundan daha iyi olduğu anlamına gelir.
Mais Luna était également dans ces 4 derniers, il y avait donc une chance encore plus grande que personne n'entre dans ce bunker, que personne ne survive à la fin de la race humaine.