Toprak translate French
4,197 parallel translation
Toprak.
La terre.
Söyledim ya, toprak anlaşmazlığı var.
Je vous l'ai dit, il y a un différend foncier dans cette ville.
Bazı şeyler toprak altında kalmaz Rojo.
Certaines choses ne restent pas sous terre, Rojo.
Kendi öz oğluna bir karış toprak vermeyen adamın?
Qui refuse de donner sa propriété à son fils?
Çünkü burası kutsal toprak.
- C'est une terre sacrée.
- Çok pisti de ondan. Toprak yolda kullanmış gibiydi.
Il était sale, l'homme, comme il l'avait allé hors route avec elle.
Küçük bir toprak parçasını işlemek için didindikleri Arjantin'e iltica ettiler.
ils ont émigré en Argentine, où ils ont durement cultivé un petit arpent de terre.
Su, hava, toprak ve ateş kokusuyla!
À l'eau, à l'air, à la terre et au feu.
Üzerime çokça toprak at. Üzerimi iyice kapattığından emin ol.
Allez-y avec la terre, mon ami, couvrez-moi bien, ce sera bon.
- Eski toprak Sound City bizim için.. .. yeniden doğdu.
Ce bon vieux Sound City a fait ça pour nous à nouveau.
Ne yani, ona toprak kazmak mı istiyorsun?
Quoi, tu veux lui creuser sa propre tombe?
- Eski toprak Pensilvanya Flemenk'i kendisine "Hollandalı" olarak seslenilmesini sevmiyor.
- L'Ancien Ordre néerlandais de Pennsylvanie n'aimes pas être appeler "Boche"
Toprak örnekleri toplayacaksın.
Des échantillons.
Bugün öyle bir kargaşa yarat ki toprak bile boşalsın.
Crée une révolution... Même si le puit s'asséche...
Ceset parçalarından alınan toprak örnekleri, mezardakilere uyuyor.
La terre de chaque morceau correspond aux cimetières.
Sel veya toprak kayması olabilir. Ne dedi?
Inondations et glissements de terrain.
Toprak cesetleriyle doldu.
Le champs de bataille est rempli de morts.
Tartışmalı bir toprak hakkında münakaşa ettik.
On s'est disputés à propos d'une terre.
O bir toprak ağası ve sizin olduğunuzdan iki kat daha adamdı, Lord Warwick.
C'était un hobereau, et qui valait deux fois plus que vous, Lord Warwick.
Ben bir toprak ağasının kızıyım.
Je suis la fille d'un humble écuyer.
Ama en sevdiğim toprak
Tu seras la terre de mon c ur
Ne bir karış toprak, ne de bir kuruş servet.
Aucune propriété et aucune fortune à son nom.
Ağabeyinin ona daha fazla toprak sağlayacak bir eşe ihtiyacı var tabii babasından daha fazla politik güce sahip olmak istiyorsa!
Ton frère a besoin d'une épouse qui lui apportera des terres s'il veut jouir d'une plus grande influence politique que votre père!
içerisi toz toprak olmuş, ıvır zıvır dolmuş.
Plein de lumières de Noël brisées et de souliers de poupées.
Bu yüzden bedenini toprağa emanet ediyoruz. Toprak toprağa, küller küllere, tozlar tozlara. Dirilişe karşı kesin umuda...
Nous confions donc son corps à la terre, de la terre à la terre, de la poussière à la poussière, dans l'espérance sûre et certaine de la résurrection...
İşte o zaman şu temiz camekanınız için bir avuç dolusu toprak getirebilirim.
Peut être alors que je vous rapporterai une poignée de poussière pour cette belle boite de verre propre...
Hazine istiyorum. Ve toprak istiyorum.
Je veux la trésorerie, mais aussi des terres.
Sarah bir toprak bilimleri profesörü evrim üzerine çalışıyor
Sarah est une prof d'SVT, spécialisé en évolution.
Tabutuna toprak attım Vincent.
J'ai jeté de la terre sur ton cercueil Vince.
Depo'nun sisteminde toprak taşıyan her şeyi aratıyorum.
Le système de l'entrepôt est en train de chercher tout ce qui déplace de la terre.
Hiç girmemesi gereken yerlerime toprak kaçtı ama onun dışında iyiyim.
J'ai de la terre dans... là où il ne devrait jamais y avoir de terre ; à part ça, ça va.
Toprak neredeyse donmuş.
Le sol est presque gelé.
Aslında, teknik olarak, toprak değil.
Vous savez, techniquement, ce n'est pas de l'argile.
- Tadı toprak gibi.
Ça a un goût de terre.
Toprak testini bir başkasına yaptırdım.
J'avais quelqu'un d'autre qui a analysé les sols.
Ender toprak mineralleri.
Les rares minéraux.
Toprak bazı ender mineraller açısından oldukça zengin bulunmuş.
Le sol ici a été testé très riche en minéraux rares.
Bu şerefsiz bu noktaya gelene kadar kaç kişiyi toprak altına sokmuştur sence?
Combien de gens a-t-il tué pour en arriver là?
Schrute geleneklerine uyarak ya cumartesi günkü cenazeye davet etmek için üstünüze kırmızı toprak dökeceğim ya da yas tutma dönemimde bana saygılı bir mesafede durmanız için üstünüze siyah hafif asit toprağından dökeceğim.
Comme le veut la tradition des Schrute, soit je vous invite aux funérailles de samedi en vous jetant de la poussière rouge et fertile sur le visage, soit je vous demanderai de vous tenir à une distance respectable de moi durant ma période de deuil, avec cette poussière noire et légèrement acide.
Bana kırmızı toprak geldi.
J'ai eu de la poussière rouge.
Kimseye kırmızı toprak gelmiyor.
Personne n'a de la poussière rouge
Böyle toprak kazmak için iyi değildir, patron.
Un sol comme ça ce n'est pas bon pour la qualité, boss.
Yanına gitmeye çalıştım ama toprak kaymaya başladı.
J'ai essayé de m'approcher, mais le sol s'est dérobé.
Toprak ve biraz da organik madde.
De la terre et un peu de matière organique.
Toprak oldukça verimli görünüyor.
Le sol a une sensation agréable limon.
- Tadı toprak gibi.
ça a le goût de la terre.
Louis, Fransa ile yapacağım anlaşma karşılığında ona toprak vaat etmiş.
Louis lui a promis des terres en échange de mon alliance avec la France
Sana, alçak gönüllü bir toprak sahibine, kalbini kaptırdığında gerçek aşkın yeterli olduğunu söyleyerek bir skandal yaratmıştı.
Quand elle a jeté son dévolu sur vous, le modeste propriétaire de terres, elle a fait son effet, prônant que le véritable amour suffisait.
Genelde toprak onu daha çok sevindiriyor.
En général, il est content quand il a plus de terres.
Toprak.
C'est de la terre...
- Toprak.
De l'argile.