Velo translate French
4,726 parallel translation
Bisikleti bulamadım.
J'ai pas trouvé le vélo.
- Bisikleti çalmışlar.
Le vélo a disparu.
Bisiklet mi?
D'un vélo?
Yürümek, bisiklete binmek, pantolon giymek.
Marcher, faire du vélo, porter des pantalons.
Bisiklet mi?
Vélo?
Biri, boru bombasından oluşan bir dağ bisikletini tüm boş borularla doldurmuş.
Quelqu'un a rempli tout le tuyau vide d'un vélo tout terrain avec le contenu d'une bombe artisanale.
Güzel bisikletmiş.
C'est un joli vélo.
Onun bisikletini kırar ve onu iterdik şapkasını çalar fırlatırdık. Bunun gibi şeyler.
On cassait son vélo, le faisait tomber et on volait son petit chapeau pour le faire voler et tout.
Motosikleti hala burada ve şirketi anahtar kartının çıkışta hiç okutulmadığını söylüyor.
Son vélo est toujours ici et l'entreprise dit que sa carte magnétique n'est jamais passée dans le lecteur.
"Koca tekerlekli bisikletimde, insanların niyeyse böyle konuştukları bir dönemde Çarliston yapıyor olacağım."
"Je ferai le Charleston sur ma vélo aux roues géantes à une ère où les gens parlaient inexplicablement comme ça".
Bisiklet sürmek gibidir. Amma ve lâkin buradaki bisiklet dördüncü emre karşı gelmiyor tabii.
Oh, c'est comme le vélo, sauf que le vélo ne viole pas le quatrième amendement.
Kaçırılma... İşkence, vuruluşum... 8 yaşındayken bisikletten düşüşüm, arının üstüne basışım, tekerlemeler, alışveriş listeleri, reklamlar.
Le kidnapping... la torture, quand je me suis fait tirer dessus... tombé de mon vélo quand j'avais 8 ans, piqué par une abeille, des comptines, des listes d'épicerie, publi-reportages.
Yeni bir bisiklet aldım... Malibu Ironman yapmayı düşünüyorum.
J'ai un nouveau vélo de course, et je pense à être le nouveau Ironman de Malibu.
Buraya nasıl geldin, bisikletle mi?
Comment tu es venue ici? A vélo?
İki kişilik bisiklete binip gün batımına doğru gidin.
Vous descendez sur votre petit vélo construit pour deux et roulez vers le coucher de soleil.
Üstüne düşmesini önleyen tek şey bisiklet.
Le vélo est la seule chose qui les retient.
O şeyi kamikazeymiş gibi kullanıyorsun.
Tu fais du vélo comme une kamikaze.
Charles'ın önünde küçük bir sepeti olan bir bisikleti var.
Charles a un vélo avec un petit panier devant.
Kiralık bisiklet programı ve vejeteryan Afgan restoranı ve- -
Ils font du vélo-partage, ils ont un resto afghan et... Je le sens.
Evet, işlerimi kızımın bisikletiyle hallettim.
Oui, j'ai passé la journée à faire mes courses sur le vélo de ma fille.
Veli toplantısına pembe bir bisikletle gittin mi hiç?
Tu t'es déjà pointé à une réunion parents profs sur un vélo rose?
Her gün evimin yanında bisiklet sürerdi ve muhteşem bir kızdı.
Elle passait devant chez moi à vélo tous les jours, et elle était parfaite.
Dana Caldwell bisikletimi klas bir biçimde tamir ederken görecekti.
Dana Caldwell me verrait réparer mon vélo.
Zincirim kötü durumda da.
Ma chaine de vélo est foutue.
- Bugün bisikletini bozdum işte.
Et aujourd'hui j'ai cassé son vélo.
Adam mı dedin? Bisikletini bozan çocuk mu bu?
C'est le gamin qui a casser ton vélo?
Ben senin yaşındayken bir kızdan hoşlandığımda evinin etrafında bisikletle dolaşırdım.
Bien, quand j'avais ton âge et que j'aimais une fille, je la ramenais chez elle en vélo.
Ona bisiklet fikrini söyledim.
Je lui ai donné l'idée du vélo.
Bisikletine beysbol çıkartmaları yapıştırdığını söyle.
Dis lui que tu mets tes cartes de baseball dans les rayons de ton vélo.
Yalnızca bir kere kullanacağım ama sonra beni almaları için ailemi arayacağım son model bir bisiklet istiyorum.
Je veux un vélo à 10 vitesses Que j'utiliserai qu'une fois, mais mes parents vendront me chercher
Peki... Bisiklet sürerken yemek mi yiyordun yani?
Quoi, vous faites du vélo et vous mangez?
- Aman Tanrım.
Tu sais, c'était un coursier en vélo peu qualifié.
Sakızı yüzünden boğulan gariban bir bisikletli kurye vardı.
Il faisait du vélo par là, s'étouffant avec son chewing gum.
Bir daha bisiklet kullanamayacağımı söylediler.
Ils ont dit que je ne pourrais jamais refaire du vélo, - donc adieu mon boulot.
Bisikletli kuryeye zeval olmaz.
Hey, mec, ne tue pas le messager à vélo.
Bisikletten düştüm.
Je suis tombé de mon vélo.
Bisikleti dükkana götürmem gerekti.
J'ai dû prendre le vélo dans la boutique.
Üç yaşımdayken, bana bisiklet kullanmayı öğrettin.
Quand j'avais 3 ans, tu m'as appris à rouler à vélo.
Nasıl bisiklet sürüleceğini asla öğrenmedim.
Je n'ai jamais appris à rouler à vélo.
Anlayacağın ülkeyi baştanbaşa selesiz bisikletle dolaşan ilk kadındım.
J'ai été la première à faire du vélo sans selle.
Hatırla arabana benzin yerine şeker koyduğumda ne kadar kızmıştın. seni ise bisikletimle gitmen için cesaretlendiriyordum
Souviens toi comme tu étais énervé quand j'ai rempli ton réservoir de sucre pour t'encourager d'aller au travail en vélo.
- Ruh Çevrim sınıfında tanıştık.
- On s'est rencontrés au cours de vélo d'appartement.
Bisiklet lastik izi!
Des pneus de vélo.
- Frank'ın bisikleti yoktu.
Et Franck ne possède pas de vélo.
- Müfettişlik ofisindeki resimler. Evin her tarafında bisiklet lastiği izlerini gösteriyor.
Les photos du bureau de l'assesseur du comté montrent des traces de vélo dans la terre de la propriété.
Bisiklet lastiği izleri.
Des traces de vélo.
Kim'in evinin dışarısında da bisiklet lastik izleri vardı.
Il y avait des traces de vélo à l'extérieur de la maison de Kim.
- Bisikletiyle!
- Alors il l'a suivi. - Sur son vélo.
Jasper Grove, metamfamine, bisiklet lastiği izleri Frank veya John değilse o çocuklardan biri olmalı.
Jasper Grove, la meth, les traces de vélo... Si ce n'était pas Franck ou John, ça devrait être un des autres enfants.
Bahse girerim çiftlik evinin dışındaki bisiklet lastiği izleriyle öldürüldüğü gece Kim'in evinin arkasındaki lastik izleri eşleşecektir.
Je suis prête à parier que les traces de pneu près de la ferme correspondent aux traces de vélo retrouvées derrière chez Kim la nuit du meurtre.
Bu bisiklete binen var mı?
Um, hey, il est pris ce vélo?