Faydasız translate Portuguese
596 parallel translation
Faydasız.
Não vale a pena.
- Bu faydasız.
- Ir atrás deles é inútil.
Hayır. Faydasız.
Não, é inútil.
Bana yılışman faydasız.
Näo vale a pena perderes tempo.
Şalgamdan korkmak faydasız.
Näo vale a pena ter medo de um nabo.
Profesör keyfinizi bozmak istemezdim. Davamı tartışmak faydasız. Korkarım öyle Joseph...
Professor lamento ter estragado a festa.
Sana açıklamaya çalışmam faydasız çünkü kendime bile açıklayamıyorum.
Não vale a pena tentar explicar-ta... porque nem encontro explicação.
"Majino Hattı'nda diğer günlere kıyasla sakin bir günün keyfi çıkartıldı. " Fransız askerlerine, nehrin karşısındaki Alman istihkâm bölüğünden çöken bir demokrasi için faydasız bir savaşta kanlarının dökülmesine karşı çıkıp silahlarını bırakmalarını teklif eden Nazi radyo yayını yapıldı.
Um dia de relativo sossego, foi apreciado pelas tropas nacionais, nas fortificações alemãs, do outro lado do rio, a rádio alemã emitiu um apelo aos soldados franceses para que deponham as armas e recusem derramar o seu sangue numa luta inútil, por uma democracia decadente.
- Faydasız.
- É escusado.
Bilene dek fazla teknik yaklaşmak faydasız.
Não interessa tirar conclusões já.
Konuşmak faydasız, biliyorum, ama... belki ikinizi de tanıyan biri- -
Falar é inútil, mas talvez alguém que vos conheça a ambos...
- Onunla konuşabilirsem... - Faydasız. Ona üzgün olduğumu söyler misiniz?
O Buckley está aqui.
Faydasız, sevgilim.
Não se pode fazer nada, querida.
- Faydasız.
- Não adianta.
Artık faydasız toplantılar düzenlememize gerek yok.
Agora vamos deixar de fazer estas reuniões inúteis.
Ne kadar sıkıcı, bitkin, basit ne faydasız ve boş geliyor bu dünya bana.
Quão cansativos, velhos, superficiais... e inúteis... me parecem todos os objectivos deste mundo.
Bizim durumumuzda, faydasız.
Não vale a pena pensar mais nisso.
Bay Sweet, faydasız biliyorum ama herşeyi denemem lazım.
Sr. Sweet, sei que é inútil, mas estou desesperada.
Hiçbir şey faydasız değildir.
Nada é inútil, moça.
Faydasız, çünkü buradan kaçmak imkansız.
É inútil, desde que escapar é impossível.
Faydasız değil.
Não vale apena.
Faydasız.
Não pude resistir.
- Faydasız.
- Não serve.
Gerçekten faydasız bu.
É uma perda de tempo.
Faydasız adam!
O miserável!
O'nun dediklerini iyi dinle. Çünkü O'na karşı kılıçların faydasız kalacak.
Ouve bem o que ele diz... pois tuas espadas não farão nada contra ele.
Araziyi inceledik. Kara saldırısı faydasız olacaktır.
Considerando a area, ataque terrestre impracticavel.
Bizim için senden daha iyi hediye olmaz. Özellikle onların faydasız olduğu zaman.
Não há melhor prenda do que aquela que damos a nós próprios, sobretudo se for inútil!
Kaçmaya çalışmak faydasız.
Por isso não devemos tentar fugir.
Sarah, faydasız.
Sarah, é inútil.
faydasız.
Não vale a pena.
- Denedim. - Faydasız, biliyorum.
- É escusado... eu sei.
- McCoy'un bilgisi faydasız.
- De nada servirá o que o McCoy sabe.
Bunun faydasız olduğunu göreceksin.
Verás que é inútil.
- Amaçsız hayat, faydasız bir hayattır.
Uma vida sem causa é uma vida sem efeito.
- Ama korkarım ki, oldukça faydasız.
- Mas receio que seja inútil.
O zaman, bunun sonucu olarak burada geliştirdiğin her şey faydasız.
Então, o que desenvolver aqui, em resultado de tudo isto é inútil.
Gözyaşlarının faydasız kaldığı... Pişmanlığın işe yaramaz olduğu... Duaların kabul olmadığı...
Lá as lágrimas de nada valem, lá os arrependimentos de nada servem... lá não se ouvem orações, as promessas para o futuro não se admitem... lá não existe tempo de penitência...
Öyle bir görev, Bay Scott, sadece faydasız değil, aynı zamanda onursuz da olur.
Quem é você? Odona. Sim.
40 yıldır mızıka çalarım. Hiç faydasını görmedim.
Eu toco harmónica há 40 anos, mas não ganhei nada com isso.
Siz oturup paçalarınızı yukarı çekin, ne faydası olur?
Se vocês se sentarem e levantarem as calças, de que lhes serve?
Ölü bir kralın ve ölü bir hırsızın kimseye faydası olmaz.
Um rei e um ladrão mortos não podem fazer muita coisa.
Faydasız.
Isto não me parece bem.
Dinle Farrell, kızılderililere sığınmanın ya da saklanmanın sana faydası yok.
Ouça, Farrell, saia, isto não o vai ajudar e aos índios também.
Kızılderili kampında kalmalarının onlara ne faydası var ki?
O bom é que fiquem no acampamento dos índios.
Seni rahatsız eden düşündüğüm şeyse, fındık ilacının faydası olmaz.
Se é o que penso que te aflige, Gideon, hamamélis não ajuda.
Ev kadınıysanız faydasını hemen görürsünüz.
Se fosse dona de casa, Sir Wilfrid, saberia imediatamente.
Faydasız.
- Não vale a pena.
Taşıyabileceğimizden fazlasını almamızın faydası yok.
Não há mérito em levar mais do que podemos.
- Bu faydasız Paul.
- Ele prometeu!
Faydasız.
É escusado.