Hera translate Portuguese
614 parallel translation
Burada sarmaşıkla ısırgandan başka bir şey yetişmiyor.
As únicas coisas que crescem aqui são as urtigas e a hera.
Gelecek sefere sen sizin pınara git bilirsin manolya var ya onun çevresinde kızılcık ağaçlarını da,
Quando vais ao poço... lembras-te daquela magnólia que tem hera à volta?
Hera, Tanrılar Kraliçesi, bu çocuğu, kızkardeşim Philomela'yı koru.
Hera, rainha dos deuses, protege esta criança, minha irmä, Filomela.
- Briseis, Hera'ya mı yalvarıyor?
- Briseis invocou Hera?
Hera, hile yapmadan kazanmayı öğrenmelisin.
Hera, tens de aprender a ganhar sem fazer batota.
Ben Hera'yım, bu yolculukta senin koruyucun olacağım.
Eu sou Hera, a protectora para esta viagem.
Hera, Tanrıların Kraliçesi.
Hera, rainha dos deuses.
Hera... bana belli sayıda yardımın olacağını söylemiştin.
Hera... disseste que me ajudavas um certo número de vezes.
Tanrıça Hera.
A deusa Hera.
Tanrıça Hera ne buyurursa onu yapacağız.
Faremos o que ordenar a deusa Hera.
- Peki ya biz Hera?
- E para nós, Hera?
- Tuzağa düştün Hera.
- Uma armadilha, Hera.
Göz parçaları Hera'ya.
Oculares para Hera.
Artemis, Hera?
À Artemisa, à Hera?
Hera ilkti.
Hera foi a primeira.
Hera, Afrodit...
Hera, Afrodite...
Oh, zehirli sarmaşığın neye benzediğini bilmiyordunuz, değil mi?
Não sabe o que é uma alergia de hera venenosa, não?
Zehirli sarmaşığa benzediğini söyledi.
Ele disse que lhe parecia ser de uma hera venenosa.
O zaman, uh, zahirli sarmaşık olmalı.
Bem, deve ser hera venenosa.
Öyleyse belki de zehirli sarmaşık değildir.
Bem, talvez não seja hera venenosa.
Daha sonra U.C.L.A'ya kadar gittim. Onu yeğenime gösterdim. Ona baktı.
Fui até à UCLA, mostrei ao meu sobrinho, ele olhou e disse que é hera venenosa.
Yeri gelmişken, o sarmaşık zehiri idi.
Acidentalmente, foi uma hera venenosa.
Zehirli sarmaşık değil mi?
- Será hera venenosa?
Zehirli sarmaşık usaresi.
É o extracto da hera venenosa.
Sarmaşık zehirini buldum. Güzel.
- Encontrei a hera venenosa.
Hala sarmaşık zehirimi nereden elde ettiğimi çözmeğe çalışıyorum.
Ainda estou a tentar perceber onde toquei na hera venenosa.
Bende sarmaşık zehiri olduğunu bilmiyorsunuz bile.
Primeiro : nem sequer sabe se é hera venenosa.
Görüyorsun, sarmaşık zehirimizi aynı yerden elde ettik.
Tocámos na hera venenosa no mesmo sítio.
Buralarda zehirli sarmaşık olur.
Há hera venenosa.
- Şu zehirli sarmaşık mı?
- É hera venenosa?
Üstüne bastığın zehirli sarmaşık.
Está parado sobre hera venenosa.
Sarayın bahçesi asma yapraklarıyla ve sarmaşıklarla süslenmişti salkım salkım üzümler, şarap fıçıları.
O jardim do palácio está decorado com folhas de parreira e de hera, e com cachos de uva, tinas de vinho e espremedores!
"O an, dinmez kahkahalar yeri-göğü inletir..." "... mesleği, Zeus ve Hera'nın oğlu demirci Vulcan'a tuhaf bir zerafet verir. "
"Vulcano, desajeitadamente desempenha o seu papel, enquanto gargalhadas inextinguíveis ecoam nos céus."
- Hera. - Hera. Doğru.
Hera, exactamente.
Bir hiçsin, duyuyor musun beni?
E esta é Hera,
Bu da Hera ondan gelen Romalılar yarattı sizi!
E esta é Hera, a partir de quem os romanos te criaram.
Hera bile.
Nem mesmo a Hera.
Hera mı?
Hera?
Evet, Hera.
Sim, a Hera!
Hera'nınkileri de.
E a da Hera.
Hera, Zeus'un çocuğuna hamile.
Hera traz o filho de Zeus.
Antik Yunan'lılar Samanyolu'nun belirgin hatlarını Tanrıça Hera'nın göğüslerinden akan süte benzettiler ve * milky way * ismini koydular.
Os antigos Gregos explicavam, aquela difusa faixa de luz no céu nocturno, como sendo o leite da deusa Hera, esguichado do seu peito pelos céus fora.
Bu gördüğümüz tapınak cennetin kraliçesi Hera'ya ithaf edilmiş ;
Isto é tudo o que resta, do antigo templo de Hera, rainha do céu.
Gökyüzündeki ateşlerin ve Hera'nın sütünün ötesinde Democritus'un vizyonu yatıyordu.
Para além das fogueiras no céu e do leite de Hera, para lá da espinha dorsal da noite, ergue-se bem alto o espírito de Demócrito.
Binlerce tapınak ve mabet de, ister bana adansın ister sana, sevgili eşim Hera ister güzel deniz tanrıçası Thetis'e. Veya sana Athena, bilgelik ve şefkat dolu olan. Ya da aşk tanrıçası Afrodit'e.
Mil templos, santuários ou estátuas, quer sejam dedicados a mim, a ti, Hera, minha mulher ou a Tétis, a bonita deusa do mar ou a ti, Atena, sempre sensata e cuidadosa ou a Afrodite, deusa do amor...
Ses Hera heykelinin oradan geldi.
O som veio de junto da estátua de Hera.
Galiba zehirli sarmaşığa sürtündüm.
Aposto que tenho hera venenosa.
Öyleyse gel Sevgili Tavşan Prens, sarmaşığıma tırman.
Então vem, Príncipe gatinho, trepa pela minha hera.
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi bir ağaç gövdesini, tıpkı sarmaşık gibi, yerden etekleyerek velinimet sanmak mı kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
Procurar um protetor poderoso, arranjar um patrono? E como uma hera obscura que se agarra a um tronco. E faz dele um tutor, lambendo-lhe a casca.
Kısacası parazit sarmaşık olmayı kendine layık görmeden hatta olmaksızın bir meşe ya da ıhlamur tırmanma daha yukarılara boy ver tek başına.
Em suma, recusando ser a hera parasita, mesmo que não seja o carvalho. Não subir muito alto, talvez, mas por si próprio!
Sarmaşık uzağa çekilmiş.
Vê? A hera foi arrancada!