Luz translate Portuguese
24,201 parallel translation
- Ordu uçağın gücünü kesti!
- Os militares cortaram a luz do avião!
Yıldız falı kaderinde parlak bir ışık olacağını söylemişti.
O horóscopo dela dizia... que ela estava destinada a ser uma luz brilhante.
Işık Şehrin de acı olmaması iyi.
Ainda bem que não há dor na Cidade da Luz.
Işık Şehri'ne gidip kapatma anahtarını bulmalıyım.
Tenho de entrar na Cidade da Luz e encontrar o interruptor de descativação.
Clarke Işık Şehrinde.
A Clarke está na Cidade da Luz.
Işık Şehrini gördün.
Agora já viste a Cidade da Luz.
Gördüğün gibi Işık Şehri sizi kurtarabilecek tek şey.
Por isso, como vês, a Cidade da Luz é a única coisa que pode salvar-vos.
Ama ben ederim... Işık Şehrinde...
Mas eu ajudarei, na Cidade da Luz.
Kliklerisn arasında, ışık parçaları.
Entre os estalidos, vejo bocados de luz.
Ve güneş ışığını da getirmişsin.
E trouxeste a luz do sol.
Sonradan, bulutlardan yansıyan güneş ışığını tespit sisteminin fırlatılmış füzeler olarak algıladığı ortaya çıkmış.
E na volta era um reflexo da luz do sol nas nuvens... Aquele sistema de detecção registou-o como um lançamento de mísseis.
Bulutlardan yansıyan gün ışığı mı?
Luz do sol refletida nas nuvens?
Ve ışık saçıyor.
E emite luz.
Bak, bir ışın kılıcı.
Repara, um sabre de luz.
İşte burada, varlığımın karanlık girdabında bir güneş ışığı.
Aí está ela... Um raio de luz no vazio escuro da minha existência.
Jim Chutney, İşletme Müdür Yardımcısı ve Saul Weinberg, Operasyon İdari Müdürü E Corp'taki ofislerinde güpegündüz tutuklandı.
Jim Chutney, Diretor da B.A. e Saul Weinberg, Diretor-Executivo das Operações, foram presos em plena luz do dia nos escritórios da E Corp.
Gözümün önünde parlak bir ışık belirdi.
Foi apenas um raio de luz brilhante que me acertou nos olhos.
Işığı açmaları için.
Uma luz ocasional.
Işıktan kör olursun.
A luz vai cegar-te.
Starn evrenselliğe inanan biri. Bir grup insan beraber oturup gökyüzünü izlerse karşılarındaki ışıkların dini bir anlam kazandığına inanır.
Starn é um universalista e acredita que, se um grupo de pessoas se sentarem juntas a ver o céu, a luz que é vista assume uma conotação religiosa.
Tüm bu ışıklar.
Essa luz toda.
- Dinle. Annem bir keresinde demişti ki ; "Işık sadece çatlak insanlardan dışarı süzülür."
Ouve, a minha mãe disse-me uma vez que a luz só brilha nas pessoas que se passaram.
Seni uyandırmak için aydınlığa gideceğime?
Para voltar à luz só para te acordar?
Nasıl yapmamı istediğini, ışık sihri kullanmamı istediğini biliyorum ama yapamam.
Sei como quererias que o fizesse. Em como querias que eu usasse magia da luz... mas não posso.
Ait olduğu yere, ışığa doğru gitti.
E levou-o para onde pertencia. Para a luz.
Elektrik kesildi.
Faltou a luz.
Ne kara gördüm, ne de gün ışığı.
Não uma única vez eu vi terra, ou a luz do dia.
Babam beş yaşında bizi terk etti annem geçinmek için iki işte birden çalıştı.
O meu pai foi-se embora quando eu tinha 5 anos e a minha mãe tinha dois empregos para pagar a luz.
Işığın asla yalan söylemediğini söylemiştin.
Tu disseste que a luz nunca mente.
- Evet, ışık! O...
- Sim, a luz, era...
Garip bir ışık gördüm, bayıldım, ürkütücü bir şapelde uyandım.
Vi uma luz estranha, apaguei, acordei numa capela assustadora.
Bana ürkünç, sıcak bir ışık gerekmişti.
Eu tive de ver uma luz quente.
- Artık ışığın bende olması ne kötü...
- É mau. Estou com a luz e...
Işık ışınları diğer tarafa geçiyor.
Raios de luz estão a atravessar pelo outro lado.
Bu tehlikeli bir sevkiyat ; ışığa maruz kalamaz eksi 30 dereceden sıcak, 60 dereceden soğuk tutulamaz.
É um carregamento perigoso, não pode ser exposto à luz, tem de ser mantido acima de - 34ºC e abaixo de 15ºC.
- Sana söylüyorum burada ucuz mobilyalar, kötü floresan aydınlatma ve eski bir kartonpiyeri kapatan bir sürü eskimiş boyadan başka bir şey yok.
Estou a dizer-te, não há nada aqui além de móveis, luz fluorescente e... tinta estragada a cobrir a banca velha.
Konuşmadığın için masum insanlar ölürse bir daha güneşi göremezsin.
Se pessoas inocentes morrerem porque não falaste... Nunca mais vais ver a luz do dia.
Ben sana doğru gelmekte olan farım.
Sou a luz a ir na tua direcção.
- Çünkü Bay Withers'ın dediği gibi... Bu kartlarda güneş parlamıyor.
- Nas palavras de Sr. Withers, não há luz do sol nestas cartas.
Dünya tersine dönerken kalan son umut ışığı.
O último verdadeiro farol de luz num mundo que se complicou.
Hallelujah, o ışığı gördü.
Aleluia, ele viu a luz.
Evindeki ışık daralıyor, değil mi?
Sim, veja, a luz na sua casa é limitada, certo?
Bu dizaynla, ışık evinden biraz daha kibarca süzülecek.
Portanto, a luz irá espalhar-se mais gentilmente através deste projecto.
Hiçbir suretle söz konusu mektup gün ışığına çıkmayacak.
De maneira alguma, aquela carta pode ver a luz do dia.
Bu yüzden, madem karanlık etrafımızda dönelim yüzümüzü ışığa.
"Portanto, " devido à escuridão que nos, " vamos virar as nossas caras para a luz.
Kral ve Kraliçe'ye yeni ışıkta bakın çünkü onlar bu krallığı kendi halklarının kanından oluşturdular.
Olhai este rei e a sua rainha sob uma nova luz, pois eles construíram este reino sobre o sangue dos seus próprios súbditos.
"Sally, hemen yanındayım!" Sonra ışıklar aniden açıldı oyuncak bebeği gördü ve oyuncak bebek onu öldürdü.
"Sally, estou mesmo ao pé de ti." A luz acendeu-se de repente e ela viu a boneca. E a boneca matou-a.
"Karanlıkta bir arkadaşla yürümek aydınlıkta yalnız yürümekten iyidir."
"Andar com um amigo no escuro é melhor que andar sozinho na luz."
Ben de buradaki bu güneş ışığını merak ettim.
E eu sei que estou muito curioso sobre a luz natural daqui.
evet bir saniye resim sadece kızıl ötesi ışıkta görülebiliyor bu beklenmedikdi ben ürkütücü diyeceğim işte sizi bu yüzden çağırdım başka bir şeyler olmalı evet katılıyorum ışık spektrumunu ayarlayım seçim hakkı?
Num segundo. A imagem carbonizada só pode ser vista através de luz infravermelha. Isto foi inesperado.
Işığın olduğu yer.
Onde a luz está.