Odile translate Portuguese
102 parallel translation
Odile'le buluştuktan iki hafta sonra...
Mais ou menos duas semanas depois de ter conhecido Odile,
Odile mi?
- A Odile?
Belki Odile de.
Acho que sim.
Odile'in bahsettiği Monte Carlo'dan mı Moskova'dan mı ne gelen adam.
É aquele de quem a Odile falou. O gajo de Montecarlo ou Moscovo, já não me lembro.
Odile'le yattın mı?
Tratas a Odile por tu?
Franz gerçekten Odile'nin bacaklarını okşamış mıydı?
Arthur perguntou a Frantz se tinha tocado no joelho de Odile.
Odile, Eliot ne demişti?
Odile, que dizia Eliot?
Bu Odile.
Apresento-te a Odile.
Geç kalacaksın Odile.
Vai chegar atrasada.
Şimdi biraz konunun dışına çıkabilir Odile, Franz ve Arthur'un nasıl hissettiklerini tanımlayabiliriz.
Aqui, podemos abrir um parêntesis e falar dos sentimentos de Odile, Frantz e Arthur.
Senden asla bir şey istemeyeceğiz.
Não lhe perguntámos nada, Odile.
Sonra o gidene kadar kalacağım.
Se a Odile se vai embora, eu fico.
Odile!
Odile.
- Kazanacağım! - Ben, Odile ve Güney Amerika! - Buradayım.
Vais ver como ganho em Indianapolis, e vou para a América do Sul com a Odile e o dinheiro.
Bu gün veya dün Bay Stolz'un odasına girdin mi?
Estiveste no quarto do sr. Stolz, hoje ou ontem, Odile?
Odile'in aklından kara bulut gibi bir düşünce geçti :
Aflorou a Odile uma ideia que, qual nuvem negra, se desvaneceu.
Arthur adımlarını gözlüyor ama aklı Odile'nin dudaklarında ve onun romantik öpücüklerinde.
Arthur olha fixamente para os pés, mas pensa na boca de Odile, nos seus beijos românticos.
Odile ise göğüslerinin kazağının altında hopladığını diğerlerinin farkedip etmediğini.
Odile pergunta-se se os dois rapazes repararam nos seus dois seios que se mexem a cada passo sob a sua camisola.
Arthur Odile'i kimin alacağını görmek için yazı tura attı.
Onde está o Arthur? Arthur lançou uma moeda ao ar para decidir quem ficava com Odile.
Odile tura diye haykırdı ama para yazıyı gösterdi.
Odile gritou "cara" pegando na moeda que ia cair em coroa.
O sırada şehrin varoşlarında Arthur Odile'e bu yolda yürüyen bir ahbabıyla nasıl tanıştığını anlattı...
Enquanto nos boulevards exteriores Arthur contava a Odile que, um dia, se cruzou com alguém na rua que andava assim.
Odile ağzından kaçırdığını söyledi ama onu ima etmişti.
Odile disse que aquilo lhe tinha saído, mas que era verdade.
Bu onları bu ana, geçmişe ve korkusuz geleceklerine getirdi.
Tudo isto conduzia Arthur e Odile a eles mesmos, ao presente, ao passado, ao futuro feito de aventuras.
- Odile Monod.
Odile Monnot.
Kızın aklı olaylardaydı, erkeklerde değil.
Odile pensava nos acontecimentos em vez de pensar nos homens.
Franz'a veya Odile'e söylemeyeceğine yemin etti.
Jurou também não dizer nada a Frantz e a Odile.
Odile'i yolda alacağız.
- Vamos buscar a Odile ao curso.
Odile uzaklara baktı.
Odile virou-se.
Hiçbir şey hissetmediği belliydi, kafasını kaldırdı ve değiştirdiği sözcükleri söylerken onun gözlerini gördü.
Depois, achando que nada estava claro, levatou os olhos e viu os de Odile que explicavam todas as palavras trocadas entre os dois. Tem uma boca grande.
Franz yoldaki bir kitapçıdan ona diğerlerini hatırlatan bir roman aldı.
Junto aos cais, Frantz aproveitou o sinal vermelho para comprar a Odile o livro com que ele tinha dito que ela se parecia.
Odile büyük beyaz binanın ne olduğunu sordu.
Odile perguntou que edifício branco e grande era aquele lá atrás.
Odile binayı bu kadar şık bir biçimde beyaza boyayan adam içinide dekore etmeli dedi.
Ela disse que era uma boa ideia ter voltado a pintá-lo de branco e que se devia condecorar a pessoa que o tinha feito.
Odile "Nasıl zaman geçireceğiz?" diye sordu.
Que fazer então para matar o tempo que se eterniza, perguntou Odile.
9 dakika 43 saniye. Arthur, Odile ve Franz San Francisco'lu Jimmy Johnson'un rekorunu kırdı.
Com 9 minutos e 43 segundos, Arthur, Odile e Frantz bateram o recorde estabelecido por Jimmy Johnson de São Francisco.
Odile Arthur'a şefkatli bir biçimde bakıyordu.
Odile cobria Arthur de ternos olhares.
Billur gibi gökyüzünün altında Arthur, Odile ve Franz fütursuz nehirlerin üzerindeki köprüleri geçtiler.
Foi sob céus de cristal que Arthur, Odile e Frantz cruzaram pontes suspensas sobre rios impassíveis.
Çek elini Odile'in üzerinden!
A partir de agora, não voltas a tocar na Odile.
- Sen iyi misin?
Estás bem, Odile? - Sim, sim, estou bem.
Altın saatini, Amerikan kitaplarını iki elini, tam olarak bilmiyordu... Ama Odile'i avutmak için çok şey vermiş olacaktı.
O relógio de ouro, os seus livros americanos, os punhos, Não sabia exactamente o quê, mas daria muito para saber como consolar Odile.
Birisinin dünyanın Odile'nin, çevresinde bölündüğünü anlaması için ona bakması yeterliydi.
Bastava olhar para ela para perceber que todo o universo se desmoronava à sua volta.
Anahtarı aldın mı?
Então? Tens a chave, Odile?
Odile, onlara gitmelerini söyle.
Odile, eles que se vão embora.
Ellerini arkanda birleştir.
Odile, ate-lhe as mãos atrás das costas.
Bu adamları tanıyor musun?
Conheces estes homens, Odile?
... ve bu teknede, ve bu da Odile'in odasında.
E eu isto na casa de casa de banho e isto num casaco no quarto da Odile.
Odile, tatlım. Hadi gidelim
Odile, minha querida...
Tout Va Bien'de otobanın hemen dışındaki bir kafede buluşacaklardı.
Combinou encontrar-se com Frantz e Odile no "Tout Va Bien", um café à saída da auto-estrada.
Odile'in yalvarmasına rağmen U dönüşü yaptı ve araba uysalca yola geri döndü.
E, apesar das súplicas de Odile, deu meia volta e o carro seguiu docemente viagem em sentido inverso.
Arthur'un ölme düşüncesi Odile'in yüzündeydi.
O último pensamento de Arthur antes de morrer, foi consagrado ao rosto de Odile.
Kimsin sen o zaman?
Que se passa, então, Odile?
Üç gün sonra Odile ve Franz denizi gördü.
Três dias depois, ao abrir os olhos, Odile e Frantz viram o mar.