Oyunu translate Portuguese
9,509 parallel translation
Hayat ve ölüm oyunu.
Um jogo de vida e morte.
Oynamam gereken birkaç yas oyunu var.
Eu fico aqui com os meus jogos a fazer o luto.
Bunun ne kadar Japon oyunu derecesinde çılgın olduğunun farkında mısın?
Fazes ideia de quão louco isso soa?
Neden bir anda bütün oyunu değiştiriyor ki?
Porque está ele a mudar de jogo repentinamente?
Klasik kedi fare oyunu.
Rato e gato clássico.
Aynen bana bir iyilik yapıp oyunu hotel lobisinin önündeki masaya koyduğundan emin olabilir misin?
Pois é. Por favor, podias entregar a cópia na recepção do hotel?
Evet anlıyorsun, ondan tüm bu oyunu es geçip açıkça söyleyeceğim.
- É claro que estás a perceber. Para paramos com esta treta, vou ser directo.
- Oyunu için para toplamaya çalışıyordu.
Ele anda a tentar arrecadar fundos, para a peça.
Artık o oyunu oynamanı istemiyorum.
Não quero que jogues isso.
Bu sanki oyunun yazarının sahneye çıkıp oyunu durdurması gibi.
- Como o actor que entra no palco e esquece a fala.
Bir poker oyuncusu bahse girmiyorsa bu göze batmamaya çalışmasından değil oyunu bırakmasındandır.
Um jogador de poker que pára de apostar não pretende passar despercebido, mas sim recolher o que já ganhou.
Bu oyunu sonsuza kadar oynayamayız.
Não podemos fazer este jogo para sempre.
Hepsi duman ve ayna oyunu.
Não passam de fumo e espelhos.
Çocuk oyunu hani.
Como na brincadeira.
Hayırişi Vekili ile Başkan arasında halat çekme oyunu oynayacak değiliz.
Não podemos ter a Presidente em estado de guerra com Isobel.
Ama çocuk oyunu bir arkadaşlık yalanı yaşayamam asla.
Mas eu nunca poderia viver essa mentira de amizade enfeitada.
Tüm operasyon, tek bir büyük, oldukça karışık Ponzi oyunu.
Toda a operação é um enorme e muito complicado esquema em pirâmide.
Oyunu bırakamazsın Henry.
Não sabe jogar, Henry!
Hayat bir oyun ve hepimiz bu oyunu oynamalıyız.
A vida é um jogo... um que devemos jogar.
Maçın son oyunu bu oluyor.
Foi a última jogada do jogo.
Evet, kelime oyunu yaptım.
Foi um trocadilho.
Hadi oyunu göster.
Mostre-me o jogo.
Kelime ya da harf oyunu gibi.
Mais provável que seja uma palavra ou um jogo de letras.
Casus oyunu bir melankoli işidir ve insandan çok şey götürür.
A espionagem é uma coisa bastante melancólica, e causa muitos danos.
- Oyunu değiştirsek mi?
Podemos mudar de jogo?
Eğer bizimle küçük bir kedi-fare oyunu oynamak istiyorsa, sorun yok.
Quer brincar ao gato e ao rato?
- Şimdi kelime oyunu yapmayalım.
Não comecemos a usar palavras rebuscadas.
Oyunu berabere bitirebilirsin.
Bem, vai terminar em breve.
Bu oyunu kazanacağız anlaşılan.
Parece que vamos ganhar este jogo.
- O oyunu hiç sevmedim.
Não gostei daquele jogo.
Çoğunlukla vandalizm ve hırsızlık, ama belki onlar cinayet onların oyunu hızlandırdı.
Principalmente vandalismo e roubos, mas talvez eles tenham intensificado o seu jogo para assassinato.
Kazanamayacağım oyunu oynamam.
Não jogo se não for para ganhar.
Oyunu izlemek için oturduk.
Sentamo-nos para assistir à peça.
Bu oyunu ele alalim o zaman.
Esta peça, então.
Bu oyunu binlerce kişi oynuyor sadece iki tanesi gizli bölümü bularak güvenli ev bilgilerinin şifresini çözdü biri ajanlarımızı öldüren uyuşturucu karteli biri de Ralph.
Milhares de pessoas jogaram esse jogo, mas só duas pessoas encontraram o nível secreto e decifraram o local do esconderijo. O cartel de drogas que matou os nossos agentes e o Ralph.
Oynadığın şu oyun, Overt Target, nereden buldun o oyunu?
O jogo que estavas a jogar, Overt Target, onde é que o encontraste?
- Oyunu kimin yarattığını biliyor musun?
- Sabes quem criou o jogo?
Yıllar önce herhangi birinin yaptığı bir oyunu görme şansın var.
Podes ver o jogo antes de toda agente.
Bu oyunu her kim tasarladıysa anonim vekil sunucu kullanıyor ki bu da demek ki tüm takip çabaları TOR'a toslayacak ve şifrelenmiş olacak.
Quem projectou o jogo usa um servidor anónimo, a localização será redireccionada e criptografada de vez.
- Bir daha asla o oyunu oynamayacak.
Ele não vai jogar mais aquele jogo.
Oyunu değiştirdi.
- E depois o que foi que aconteceu? Mudou o jogo.
Ralph'e oyunu tasarlamasına yardım edip etmediğini sormuş, o da hayır demiş.
O Ralph não fez nada de errado. O Ralph disse que não ajudou a projectar o jogo.
Overt Target isimli oyunu tasarlayıp internette yayınladın mı?
Criaste o jogo Overt Target e lançaste-o na Internet?
Oyunu tasarladığını kabul ediyor.
Isso é bom. Ele admite ter criado o jogo.
Oyunu biliyor, yani bu mekanı da avucunun içi gibi biliyor demek.
Ele conhece o jogo. Conhece esta área como a palma da mão.
Eğer CIA istihbaratını sızdırmadan önce Calvin'i bulmak istiyorsak Ralph'ın o oyunu bir daha oynaması ve bizi ona götürmesi gerekli.
Se quisermos encontrar o Calvin antes que ele passe a informação, O Ralph tem de jogar aquele jogo de novo, e guiar-nos até ele.
O oyunu bir daha hiç oynamayacak diye konuşmuştuk.
Pensei que ele nunca ia jogar esse jogo de novo.
- Bu oyunu hiç sevmiyorum.
Odeio esta merda de jogo.
Belki de oyunu birlikte değiştirebiliriz.
Talvez juntos consigamos alterar o jogo.
Tahmin oyunu oynuyoruz.
- Pode interferir.
Oyunu oynarsan.
Se jogares o jogo.