Tempo translate Portuguese
218,751 parallel translation
- Evet. Sürekli konuşmayınca yeni dil öğrenmek zor.
É difícil aprender uma nova língua quando não se a fala o tempo todo.
Sürekli kavga da kavga.
Nós discutimos, discutimos o tempo todo.
Gerektiği kadar kalabilirsin.
Demora o tempo que precisares.
Sürekli onlarla kiliseye gitmem gerekmeyecek.
Que eu não tenha que passar o tempo todo com eles na igreja e...
Kanamadan ölmesi uzun sürer.
Irá demorar muito tempo para se esvair-se em sangue.
Ailesi zamanında bulsa gerek.
Os pais deverão encontrá-lo com tempo de sobra.
Zamanımız yok, ara onları.
Nós não temos tempo para isto, faz a chamada.
Hatırlamıyorum. Uzaktaydı. Çok öncedendi bunlar.
Não me recordo, foi muito longe, há muito tempo atrás,
- Bize biraz zaman kazandırır.
- Isso dá-nos algum tempo.
Zaman yolculuğu.
a viajar pelo tempo.
Zaman Takımı.
Os Soldados do Tempo...
Her gün "senin sayende" işe gelip bu kahrolası makineye bakıp da zamanda geri gidip karısını hayata döndürebilecekken Jessica'nın ölmesine nasıl izin verebilirdi?
Como pode ele esquecer a Jessica, se, graças a si, sempre que vem trabalhar, vê o raio de uma máquina que pode viajar no tempo e trazer a esposa dele de volta?
Ne yapsam diye düşünüyorsun... zaman geçirmek için.
Faz-nos pensar no que podemos fazer... para passar o tempo.
Bilirsin, ona zaman kazandırmam için... bana söylemesi gerekiyordu.
Ele precisava de ter algum tempo de avanço, por isso, tinha de me contar, percebes?
Ana gemiyle. Geçmişteki önemli anlara saldıracaklar, ta ki istediklerini alana kadar.
- Recuar no tempo... na Nave-mãe e atacar momentos cruciais no tempo até conseguirem o que querem :
Sorun ne ki? Makineyi kaybettiniz diye patronunuzdan azar mı işittiniz?
O seu chefe está zangado consigo por ter perdido a máquina do tempo?
Sonra Steven Spielberg'ün Savaş Atı filmini izledim. İzlemediyseniz söyleyeyim, bana kalırsa o film tel örgüden kaçmak için boşuna çabalayan uysal bir atla ilgili 14 saat süren, gerçek zamanlı bir belgesel.
Lá me sentei a ver o Cavalo de Guerra do Spielberg, que, se não viram, pela parte que me toca, é um documentário de 14 horas em tempo real sobre um cavalo manso que luta em vão
Çünkü herkes hep der ki... Uzun süreli bir işin olunca şöyle derler,
Porque dizem sempre, quando já se faz algo há muito tempo :
Los Angeles'ta uzun süre yaşadığımdan aşırı derecede pozitif oldum.
Vivo em Los Angeles há tanto tempo que me tornei violentamente positiva.
" İki çocuğum var, tam zamanlı bir iş yani.
Tenho dois filhos e trabalho a tempo inteiro.
Yakında şöyle diyeceksiniz, "Tanrım, şurada bir depo var."
Em pouco tempo, meu Deus, já tenho um armazém.
Küvette geçirdiğin zamanı yavaş yavaş artırırız.
Podíamos aumentar gradualmente o tempo que passas na banheira!
Yaşlılık yaramadı.
Não melhorou com o passar do tempo.
Çok uzun süredir bu işle ilgileniyorum yani.
Quero dizer que faço isto há muito tempo.
Haftada bir kez aileme bir şeyler sunup onlarla geçiremediğim vakti telafi etme şansım oluyor böylece.
É a minha única oportunidade na semana de lhes dar algo que compense o tempo que passamos separados.
Hem bu proje üzerinde uzun zamandır düşünüyorsun.
E estás a pensar neste projeto há muito tempo.
Bunamışsın sen! Şunu imzalayıp zamanını bu işe harcamanı izlemek için ikna olacağım.
Sinto-me tentado a assinar só para te ver perder tempo.
Bak, zamanla, sonunda, Hooli'nin çalışan bütün sunucularını işlevsiz bırakacak.
Com o tempo, isto vai tornar os servidores da Hooli obsoletos.
- Ne kadar sürdü?
- Quanto tempo?
- Evet, üzgünüm. Fakat buradaki meslektaşım, ders saatinde bir şeyler oluşturmamızın daha öğretici olacağı konusunda çok ısrarcı.
Lamento, mas o meu colega acha que o tempo de aula seria melhor usado para aprenderem na prática.
Zamanını bunun için harcamana daha fazla gerek yok. Ben, şey...
Não é preciso perderes mais tempo.
Sana bu kadar zaman ayırdığım için şanslısın.
Tens sorte por te ter dado tanto tempo.
"İşte ben zamanımı böyle geçiriyorum."
"É assim que passo o meu tempo..."
Richard, kısa süre önce, çalıntı bir şifreyle bizden çalmış olan bir şirketle, Endframe ile yarışa girdin.
Richard, ainda há pouco tempo, agonizaste por usares um acesso roubado para competires com a Endframe, uma empresa que nos roubou.
Biliyor musun Jian-Yang, arabadaki sessizlik bana aramızdaki farklılıklar hakkında düşünme fırsatı verdi...
Sabes, Jian-Yang? O silêncio no carro deu-me tempo para pensar que as nossas diferenças... Cristo!
Hey, Richard, konuşmayalı uzun zaman oldu.
- Richard, há quanto tempo...
Peki, ne kadar kaldı?
Quanto tempo mais?
Arkadaşım burada biraz daha kalmak istiyor.
O meu amigo quer ficar cá um tempo.
Bu parayla ne kadar daha burada kalabilir?
Para quanto tempo dá este dinheiro?
Big Head, hadi ama. Azıcık bir şey var.
É por pouco tempo.
Hadi ama beyler, tartışacak zamanımız yok.
- Vá, não temos tempo para isto.
Bunu oluşturmak için o kadar zaman harcadık, şimdi hepsi yıkılıyor çünkü ikiniz de yoksunuz.
Tanto tempo a construir e agora desmorona tudo porque vocês não o fazem?
- Evet, yine son anda1
Sim, mesmo a tempo.
Biraz... Bazı zamanlar kendi derimden rahatsız oluyorum.
Sinto que tenho andado às voltas na minha própria pele há algum tempo.
- Ne kadar süredir orada?
Há quanto tempo é que ele está lá em baixo?
- Yeterince uzun değil!
Ainda não há tempo suficiente.
Epey zaman olmuştu ama yapacağımı sanmıyorum.
Já não ouvia isso há muito tempo. Não me parece. Tem lume?
- Kısa süreliğine gitmiştim.
Foi algum tempo.
Bir süreliğine buradan gitmeliyim.
Preciso de me afastar durante algum tempo.
Sen öldün.
- O quê? Eu sei, irei arranjá-la, dê-me apenas mais algum tempo.
Korkuyor musun?
Quer dizer... é tão surreal, mas... verdadeiro ao mesmo tempo.