Tım translate Portuguese
28,584 parallel translation
Ya test laboratuvarı ya da dağıtım merkezi.
O laboratório de testes ou o centro de distribuição.
Neden dağıtım memurunuzla iletişime geçmiyorsunuz.
Pode entrar em contacto com a sua agente da central?
Ona karşı Ellis'e olandan daha fazla kanıtımız var.
Na verdade, temos mais provas contra ela do que contra o Ellis.
Ama artık varlıklarına dair kanıtım var.
Mas já tenho provas de que existem.
- Tıklatmıştım.
- Eu bati.
Odell'i hapse tıkarak doğru olanı yaptım zaten.
Fiz a coisa certa quando prendi o Odell.
Tanıtım departmanlarında çalışan bakın.
E vejam só quem trabalha no departamento de divulgação.
Tanık hakkında yalan söylemek ve cinayet sebebi farklı şeyler. Kanıt ise tamamen farklı bir şey. - Ve bizim kanıtımız yok.
Mentir sobre um álibi é uma coisa, motivo é outra, mas as provas são completamente diferentes e nós não as temos.
Gerçekten suçlu olduğuna dair kanıtımız da yok.
Já para não falar das provas que demonstrem a sua culpa.
Tabii, manyetik hassaslık ölçer ve manyetometre yer altındaki kanıtımızın yerini belirleyecek.
O medidor de susceptibilidade magnética e o magnetômetro vão encontrar as provas sob o solo.
Saçımı, bıyığımı ve etek altımı onun için tıraş ederim.
Ia rapar metade do meu cabelo, bigode, e pelos púbicos por ele.
Şu ana kadar, bunun için kanıtımız yok.
Não temos qualquer prova disso.
- Kavganızı kesmek istemem yakıtımı boşaltmadan önce kafanızın işinizde olduğundan emin olmam lazım.
Odeio interromper a discussão, mas preciso de saber que estão aí antes de largar o combustível.
Activia dağıtımından beri kadınların bu kadar hızlı koştuğunu görmemiştim.
Não vejo mulheres andando assim tão rápido desde do recall do Activia.
Bana kalırsa da Bellevue Tımarhanesi'ne postalayalım.
Digo para os enviarmos para o Hospital Mental de Bellevue.
Oh! Bir tane kanıtınızın güvenilirliğini bozdum sanırım.
Contaminei a evidência.
Ya sen? Tıbbi yanlış uygulama mı?
Negligência médica?
Yo T. T, bunun gitmesi lazım.
T. T, ele tem de ir. Não olhes para mim.
Yo T, Pilar burada mı?
Boas, T. A Pilar está aqui?
Bu tılsım tanrının varlığında parıldamaya başlar.
O amuleto... ele brilha intensamente na presença de Deus.
Amanda bunu ortaya çıkardı.. ... ve sanırım o veya polis arkadaşlarından biri kanıt yerleştirdiler. Tek açıklama bu.
E a Amanda estava fula comigo, por isso acho que ela ou um colega plantaram provas, é a única explicação.
Hikayenin sizin versiyonunda kanıtı benim işleyeceğimi biliyordum öyleyse DNA'mı arabadan çıkarmama gerek yoktu çümkü kendimi asla rapora yazmazdım.
Na sua versão da história, eu sabia que iria processar as provas, portanto, não precisaria de não ter o meu ADN no carro, porque nunca faria um relatório com uma correspondência minha.
Bakın, ben T.J. doğduğunda beri yanlarındayım.
- Dion...
Tanıştığımıza memnun oldum, T.J.
Foi um prazer conhecer-te, TJ.
Boşver, tamam mı?
T... Esquece isso, está bem?
Seni kanatlarımın altına aldım. Tırmanmana yardım ettim. Sana hiç zarar vermedim.
Eu protegi-te, ajudei-te a subir na carreira, nunca te fiz mal.
Ve şimdi de Kıymık ve Tırmık'ın yeni öğretilerine sessiz bir şekilde kafa yoralım.
E agora, por favor, reflictam silenciosamente sobre os espectaculares novos ensinamentos do Itchy e Scratchy.
Şimdi de postaları mı dağıtıyorsun?
Agora também entregas o jornal?
Şunu bırak artık, yoksa annem ve ben, birbirimizi boğazlayacağız. Kanıt var mı?
Guarda isso, ou tu e a mãe vão andar outra vez a brigar uma com a outra.
Sayın Hakim, bu polis günlüğünde diğer tüm tutanaklar yarım ya da tam sayfa uzunluğunda ama sadece bu kayıt bu kadar kısa.
Meritíssimo Juiz, neste diário policial, todos os outros relatórios têm meia página ou uma inteira, mas esta é a única entrada enigmática.
İnşaat durdurmak için ihtiyacımız olan kanıt bu.
É o suficiente para parar a construção.
Tanrım, Carol. Tıpkı anne babam gibisin.
Meu Deus, Carol, és tal e qual os meus pais.
Yardımına ihtiyacım var, Todd.
Preciso de sua ajuda, T.
Hadi ama T. Benimle ilgili manyakça paranoyalarını bırakman gerek, tamam mı?
- Desculpa. Vá lá, T. Tens de parar de descarregar as tuas paranoias em mim, está bem?
Hein'in e-postaları kime gönderdiğini belirlemede tıkandım kaldım.
Ainda estou à procura de pessoa para quem o Hein enviou os e-mails.
Film izlerken burada oturup bacaklarımı tıraş etsem bunu sinir bozucu bulabilirsin.
Quer dizer, se eu estivesse a depilar as pernas enquanto vemos um filme, tu acharias irritante.
Yani gerçekten benimle Cabe'in dağıtılan kâğıtlardaki olasılıkları hesaplamamızı mı istersin?
Queres que a gente teste probabilidades a andar de mãos dadas?
Tıpkı 1928'de yaşadığınız devasa depremde oluğu gibi sonrasında Amerika bölgenin yeniden inşası için bir miktar yardım göndermişti.
Como em 1928, quando vocês tiveram aquele terramoto, e os EUA enviaram um monte de gente para ajudar a reconstruir a região.
Alıcılara biri onların işine çomak sokarsa yapabileceklerinin sınırını gösteriyorlar... -... tıpkı demin bizim yaptığımız gibi.
Estão a mostrar aos compradores tudo o que farão se os tentarem atrapalhar, como nós fizemos.
Bebek doğmak üzere ve benim daha yapacağım bir sürü baba işim var. Beşik yapacağım 50 metre kadar göt tıpasını atacağım.
O bebé está quase a nascer e tenho várias coisas de novo pai para fazer, montar o berço, livrar-me de 55 metros de bolas anais.
Bunu nasıl başardın anlamadım ama deve tırnağın olmuş.
E não sei como isso é poss? vel, mas tens uma pata de camelo.
- Her lafımı ağzıma tıkı...
- Quando falo, tu interrompes-me quase...
Tatlı barının afişlerini dağıtırdım ama biraz önce adamın birinin cebinden, paketsiz sigara böreği çıkardığını gördüm.
Eu distribuia panfletos para a abertura, mas vi uma pessoa tirar um queijo desembalado do bolso.
Bazı kızlar zengin kızları ağlarına düşürürken ben tıbbi ürünler alırım.
Algumas miúdas namoriscam por causa de um doce, eu consigo artigos médicos.
- Haddim değil ama, efendim bence Leavenworth'teki en karanlık deliği bulup, hepsini içine tıkalım.
Se me permitir ser audaz, senhor, diria para os metermos no buraco mais negro em Leavenworth e deitar a chave fora.
Askaran Tılsımı sıradan bir sanat eseri değil.
O Amuleto Askaran não é uma arte degenerada.
Nate, Krieger'ın Askaran Tılsımı diye bir şeyi takas edeceğini duymuş.
Nate ouviu o Krieger falar em fazer uma troca sobre algo chamado amuleto Askaran.
- Aslına bakarsan takımınızın makine gibi tıkır tıkır işlediğini görünce bu kahramanlık olayını yanlış yaptığımı düşünmüyor değilim.
Bom, tenho que admitir, que ver trabalhar a tua equipa como uma máquina bem oleado tipo que me faz sentir que estou a errar nesta coisa de ser herói.
- Görevimiz, tılsımı ele geçirmek. - Bizim görevimiz Krieger'ı ele geçirmek.
A missão é o amuleto.
- Tılsımı aldım.
Eu tenho o amuleto.
- Commander Steel, tılsım hala sizde mi?
Comandante Aço, você... Você ainda tem o amuleto?