Veren translate Portuguese
7,965 parallel translation
Tacı veren sen düş kırıklığına uğratıldın
Vocês deram a coroa Mas desiludiram-vos
Bence bir insan kendi zamanına, ruhuna, akışına gittiğinde tam olarak olduğumuz şeyi olmamıza izin veren bir ortamda yaşasak kendimizle hep uyum içinde oluruz.
Quando uma pessoa se move segundo o seu próprio relógio, espírito ou fluxo, se vivêssemos num ambiente que nos permitisse ser exatamente quem somos, estaríamos sempre em harmonia.
Cevap veren memur sen misin? Evet.
- Foste tu que atendeste?
Daha çok endişe veren şey fenotip morfo-akışkanlık göstergesi. Organizmanın insan formunun taklidini yapmasını sağlıyor bilinç de bu sırada... Dikkat.
Mais preocupante é a evidente morfo-fluidez fenotípica, que permite que o organismo assuma a forma humana e a consciência mantendo...
Metalik tat kanın demirce zengin olmasından kaynaklanıyor. Ve kanı veren kişinin bir et sevdalısı olduğunu anlayabiliyorsunuz.
As notas metálicas no fim, rico em ferro e percebe-se que o dador é mesmo carnívoro, não é?
Ben düzene önem veren bir adamım.
Sou um homem que aprecia a ordem.
Ona bu kadar fazla eğlence ve zevk veren şişe boştu.
A garrafa que lhe tinha dado tanta alegria e prazer estava vazia.
Belli bir yöntemle arkanı kontrol ediyorum. Sana önem veren birilerinin derinin altına... bir izleme cihazı koymuş olmalarını ve bundan senin senin haberinin olmamasını umuyorsum.
Estou a inspeccionar sistematicamente as tuas costas para ver se inseriram um dispositivo de rastreamento sob a tua pele e não sabes, e esperas que sim.
Destek veren arkadaşla şaşırmış arasında çizgi tutturdum. Yardım önerdim ona.
Fiquei entre o apoio e a surpresa, e ofereci-me para ajuda-lo.
Lucy dedi ki ona zarar veren Molly'ymiş.
Lucy disse... que foi a Molly que a magoou.
"Zor Karar Veren Toby," valla mı? Masum bir adamın öldürülmesini emreder miymiş hiç!
O velho Toby nunca ordenaria a morte de um homem inocente.
Yaşayan yaratıklara zarar veren makineler.
Máquinas para ferir, criaturas-vivas.
Sana bu yeteneği veren gücü mü görüyorsun?
O poder que te deu esse dom?
Tanrı ikimizi de seviyor olmalı ki çağrıya yanıt veren sen oldun.
Deus devia estar a olhar por nós para fazer com que fosses chamado para aquela ocorrência.
Bana ilaç veren, zihnime saldıran ilk siz misiniz sanıyorsunuz?
Julgam-se os primeiros a drogar-me e a invadir-me a mente?
Sen Gordon Shumway'sin ve New York dışında 500 hektarlık bir mandıran var 600 tane süt veren Holstein'in ve iki büyük başın var.
Tu és o Gordon Shumway, e tens uma quinta de lacticínios de 500 hectares em Nova Iorque, com 600 Holsteins e duas salas de ordenha Herringbone.
Buralarda kan veren bir makina yok mudur? Sıfır pozitif.
Deve ter uma máquina por aqui que vende O positivo.
Bak, bu ona telafi etme fırsatın... ona zarar veren adamı yakala.
É isso que fazes por ela, apanha o homem que a feriu.
Ancak bu o kadar gizli ki muhtemelen onayı veren bilmiyordur.
Mas é tão compartimentado que quem aprovou não sabia a respeito.
Teslimatla ilgili sana bilgiyi veren bu mu?
Foi ela que te avisou sobre a entrega do dinheiro?
Eva, Johan'ın hisselerini tutmayı istiyor, yani artık kararları veren o.
A Eva tem a intenção de segurar as acções do Johan, pelo que é ela quem decide, agora.
Eva, Johan'ın hisselerini tutuyor, yani artık kararları veren kişi o.
Separe-os. A Eva quer segurar as acções do Johan. É ela quem decide agora.
Bazen sana ilham veren şey yaptığın iş değildir.
Às vezes, o que nos inspira não é o que acabamos por fazer.
Kazaya sebebiyet veren şartları değiştirmeye teşebbüs edebilirler.
Pode haver uma tentativa de alterar as circunstâncias em torno do acidente.
Hepimizin, sana değer veren herkesin bütün gece uyumayıp senin için dua edeceğini bilmeni istiyorum.
Quero que saibas que todos nós, que nos importamos contigo, estaremos a pé toda a noite a rezar por ti.
Beni seven ve bana değer veren insanların gözlerindeki acıma ve çaresizliği görmeyi bile
Mesmo vendo a pena e o sentimento de impotência nos olhos das pessoas que gostam de mim e se interessam por mim,
Dışarıda sana değer veren birçok insan var ve seni ne kadar sevdikleri hakkında hiçbir fikrin yok.
Tem toda esta gente aí que se importa tanto consigo e não faz ideia do quanto gostam de si.
Yani, sadakat nutku veren sendin.
Quer dizer, eras o que estava sempre a falar de lealdade.
Zevk veren bir acı ama değil mi?
- Bem... É uma dor boa, não é?
Ailesi evimize gelmesine izin veren tek arkadaşımdı.
É o único cujos pais deixam vir a minha casa.
Vampir olmak iskence veren bir varolus degil mi?
É uma existência atormentada.
- Çok tehlikeli bir yabancı devlete gizli bilgi veren bir köstebek. Yemen.
- Um informador... que tem passado informações sigilosas para um governo estrangeiro muito perigoso.
Bu aralar birine güzel gözükmek için çok kilo veren oldu mu hiç?
Alguém aqui perdeu peso ao tentar ficar bonito?
Görünüş elbette önemli bunu anlıyorum ama yurt içinde ve yurt dışında mücadele veren binlerce askerin aksine ekmek elden su gölden yaşamak çok kolay.
Entendo que as aparências importam. Que é mais fácil manter um estilo de vida sumptuoso do que milhares de soldados em casa e no estrangeiro.
Böyle düşündüğüne sevindim. Sana ilk okçuluk ağitimini veren ustayla çalışmayı çok isterim.
Adoraria trabalhar com o mestre que vos treinou com o arco.
O gün o kararı veren kişi sadece sen değildin.
Não foste a única pessoa a tomar decisões nesse dia.
Sana veren çocukla konuş.
Fala com o rapaz que ta deu.
Bayan, buna karar veren şeriat kanunu, anladınız mı?
Minha senhora, a lei e a charia é que decidem.
Altımda 17 hp gücünde, arka tekerlere güç veren elektrik motoru besleyen bir batarya pakedi var.
Por baixo de mim estão as baterias. que abastecem um motor elétrico com 17 cavalos, impulsionado as rodas traseiras.
Tek bir telefon hattından 50 kullanıcıya izin veren bir santral yazılımı.
É um PBX de software que permite que até 50 utilizadores joguem na mesma linha telefónica.
- Toplamda 7 kişiyi hapse attırmış. Hepsi de hastalarına zarar veren saldırgan kişiler.
Ele colocou um total de 7 pessoas na prisão, todas elas agressoras que feriram os pacientes.
Hayatının sonunda bir yuvaya girip... kendisini ateşe veren ve onun küllerinden... doğan yeni bir anka kuşu.
É um lindo pássaro que no final da sua vida, vai ao ninho e queima-se a si mesmo... Então, uma nova Fénix renasce das cinzas.
Bana bak! O kediye isim tasması almak için o doları veren bendim.
Ei, fui eu que encontrei o dólar com que compramos a coleira com o nome.
Bundan daha acı veren bir şey olamaz.
Não há nada que possa ser mais doloroso que isso.
Öncelikle, benim sistemde hata veren herhangi bir şey var mı onu kontrol etmek gerekiyor.
Primeiro, tenho que determinar o que é que se passa com o sistema.
Tadını veren soğanlar.
São as cebolas que unem tudo.
Bana gerçekten değer veren tek kişiydi ve öldü!
A única pessoa que verdadeiramente se preocupou comigo e agora foi-se embora!
Merkeze ayak bastığım andan bu yana biz tıpatıp aynıyız seninle detaylara önem veren, hatır hutur sayıları seven.
Notei mal entrei aqui que nós somos iguais. Atentos ao detalhe, adoramos tratar dos números.
Tüm saygılarımla General, İngiliz özgürlük beyannamesine cevap veren zenciler artık Amerikan malı değiller.
General, com o devido respeito, os negros que responderam às proclamações britânicas de liberdade já não são propriedade americana.
- Ona zarar veren adam New York'ta.
O homem que a magoou está aqui em Nova York.
Bana zarar veren De Merville değildi.
Não foi o De Merville que me magoou.