Vermek translate Portuguese
21,991 parallel translation
Hayat vermek için!
Trazê-la à vida!
Muhbir olarak ifade vermek üzereydi.
Ele ia depor e denunciá-los.
Güven vermek için kullandığı görünüşü hariç insani bağları olmayan bir psikopat, kan yerine umutlarla ve hayallerle beslenen bir vampir.
Um psicopata sem ligações humanas reais, à excepção das fachadas que mantém por conveniência. Uma espécie de vampiro que se alimenta de esperança e sonhos.
Ama ya Lily Cooper? Ona neden zarar vermek isteyeyim ki?
Mas por que raio quereria magoar a Lily Cooper?
Sadece bunu vermek için geldim.
Não vim travá-lo, vim trazer-lhe isto.
Bize bir sebep vermezseniz size zarar vermek niyetinde değiliz.
Não viemos magoar ninguém, a não ser que tenhamos motivos. Não matamos aquele menino!
Ben de doğru bir karar vermek istiyorum.
Eu gostaria de fazer a decisão correcta.
Karşılık vermek için.
Conseguir ripostar.
Şimdi bunun karşılığını vermek istiyorum.
Agora, gostaria de devolver o favor.
Bu yüzden bir karar vermek zorunda kaldım.
Então, sou forçado a tomar uma decisão.
Peki, eğer aşıları bana vermek istemiyorsan, geri dönmem sonra da beni uyarmadın deme.
Se não mos deres e eu não voltar, não digas que não te avisei.
Maxine uğrayıp selam vermek istedi.
Maxine quis vir aqui dizer olá.
Mantığa kulak vermek istemiyorsan, kendin bilirsin.
Não queres ouvir a razão, é contigo.
Vermek istediğinden emin misin?
De certeza que não precisas disto?
Karar vermek için seni görene kadar bekleyeceğimi söyledim kendime.
Disse a mim mesma que não decidiria antes de te ver.
Cinayet silahlarını polise mi vermek istiyorsun? - Aynen.
Queres dar as armas do crime à polícia?
Geleceğine zeval vermek istemiyorum evlat.
Não quero prejudicar o teu futuro.
İnsanlar benim kim olduğumu biliyorlardı, bana zarar vermek istediler.
As pessoas sabiam quem eu era. Queriam bater-me.
O zaman verdiğim tepkiyi şimdi de vermek için kendimi zorunlu hissediyorum.
Sinto-me inclinada a repetir a mesma ação agora.
Unutmadan vermek istedim.
Queria oferecer-to antes que me esquecesse.
Öldüyse, Dorothy'e gerçek aşk öpücüğü vermek için Yeraltı Dünyası'ndan öylece ayrılamaz.
Se ela está morta, não pode deixar o Submundo para dar um beijo à Dorothy.
Kız kardeşinin sahip olduğunun çürümüş bir versiyonunu vermek...
Estou apenas a dar-te uma versão apodrecida do que a tua irmã possuía.
O yüzden ücretsiz bir hafta uzaklaştırma vermek zorundayım.
Tenho de suspender-te durante uma semana sem remuneração.
Şu an elime bir sopa vermek istemezsin.
Não me queres agora com um taco nas mãos.
21. yüzyılda doğan kızımıza cinsiyetinin sağlamlığı konusunda vermek istediğimiz bir mesaj değil bu.
Não é exatamente a mensagem de decisão que queremos implantar na nossa filha do séc. XXI.
Eskiden depresyon geçirmiş bir kadının her şeye bir son vermek için gittiği bir parti diye denmişti.
Disseram-me que uma mulher com um histórico de depressão usou uma festa da fraternidade para acabar com tudo. Eu...
Şu adam bunu vermek için fırsat kolluyordu.
Este tipo anda a tentar dar-te isto.
Onu havaalanına bıraktığımızda vermek niyetindeyim.
Pretendia dar-lhe quando o deixamos no aeroporto.
Akbaba Timi'ne destek vermek adına hemen bir birlik göndermeliyiz oraya.
Temos que dar algum apoio à Equipa "Abutre", envie uma equipa de acção rápida.
Ölümlere son vermek mi istiyorsun?
Jason! Querem acabar com a matança? Nós estamos aqui.
Neye inanacağıma karar vermek benim için çok zor oldu.
Foi muito difícil para mim saber em que acreditar.
Yani o lanet kutuyla kaçmasına izin vermek zekice.
- Então é melhor deixá-lo fugir.
O gün motosikletimi servise vermek istedim.
Queria reparar a minha mota, naquele dia.
Niye tüm hareketleri maksimum acı vermek üzerineyken böyle bir not bırakmış?
Porquê deixar um bilhete tão debaixo do nariz quando todas as outras acções foram calculadas para causar o máximo de dor?
"Beni iç, beni iç sana zarar vermek için çok ufağım."
"Bebe-me. Bebe-me. Não te vou magoar."
Sadece yardım hiç bir uçurum kapalı vermek ıt.
Eu só vos ajudaria a cair de um penhasco.
Hayatta bana geri enzo getirmek, Ve size ı onu iyileşmek için her şeyi vermek EDECEĞİM.
Tráz-me o Enzo vivo e eu dou-te tudo o que tenho para a curar.
I Bana bir geçiş vermek için çalışıyor sanıyordum.
Pensei que me querias salvar.
Burada kalmak ve isterseniz bana bağırma olabilir Ama sonra ı bir araba vermek olmayabilir.
Se quiseres podes ficar aqui e gritar comigo, mas assim, eu posso não te dar o carro.
Hepimiz kan vermek istiyoruz.
Bem, todos queremos doar sangue.
Pekâlâ, kan vermek isteyen beni takip etsin.
Pronto, quem quiser doar sangue, que me siga.
Bu akşam burada olan yaşlı Jodie mezunları Deke Simmons'ı hatırlayacaktır ve bazılarınız onun onun gerçekten sevdiği sorun çıkaran veya sorun yaşayan öğrencilere vermek için nüshalarını masasında hazır tuttuğu o küçük şiiri hatırlıyorsunuzdur.
Os graduados mais antigos de Jodie, que estão aqui esta noite, devem lembrar-se do Deke Simmons. E alguns devem lembrar-se do pequeno poema que ele... Que adorava e que tinha cópias na mesa dele para que pudesse entregá-los aos alunos problemáticos...
Bunu geri vermek istedim.
Só queria devolver isto.
İnsanlar değişim için oy vermek istiyor ama değişimi gerçekleştirmek istemiyorlar.
As pessoas votam pela mudança, mas não querem criar a mudança.
Son doğum günümü unutulmaz yapınca karşılığını vermek istedim.
Bem, tornaste o meu último aniversário tão memorável, que queria retribuir o favor.
Doğum günü çocuğuna hediye vermek adettendir ama doğduğu gün en büyük hediyeyi ben almış gibiyim.
Sei que é usual o aniversariante receber presentes, mas sinto que ganhei o meu melhor presente no dia em que ele nasceu.
Bu yüzden ona vermek istemedim.
Por isso é que não quis lhe dar.
Elimden gelen en iyi hayatı ona vermek istiyorum.
Gostaria de lhe dar a melhor vida possível.
Şükürler olsun. Lütfen Clark'ın adamının kurtulduğunu ve ifade vermek istediğini söyle.
Graças a Deus, por favor, diz-me que aquele tipo do Clark sobreviveu e está disposto a testemunhar.
Oynamaya son vermek zorunda değiliz, değil mi?
Não temos de parar de brincar, pois não?
Sana zarar vermek istemiyorum.
Não quero magoar-te.