Viver translate Portuguese
36,339 parallel translation
İşler yolunda gitmezse bunu sorun etmem.
Se as coisas não derem certo, consigo viver com isso.
Futbol olmadan nasıl davranılacağını, nasıl yaşanılacağını bilmiyordu.
Não sabia como agir ou viver sem o futebol.
Benimki gibi mesleklerde, hiç kimse sonsuza dek yaşayacağını düşünmez.
No meu ramo de trabalho ninguém espera viver para sempre.
Aranan biri olmasaydım... yine Labuan'da yaşıyor olurdum.
Mesmo que não fosse um homem procurado, ainda estaria a viver em Lubuan.
Onunla yaşamam gereken hayatımı yaşama şansım var.
Com ela, existe a possibilidade de eu viver como era suposto viver.
Bu dünyaya ve yeteneklerine alışman biraz zaman alacak.
Irá levar algum tempo até que te habitues aos teus poderes... e a viver pacificamente no mundo.
Nasıl yaşayacağını söylemek bana düşmez.
Não me compete dizer-te como deves viver.
Neden? Korku içinde yaşayamazsın.
Bem, não podemos viver com medo.
Beslenmek için ona ihtiyacı var.
Precisa dele para viver.
Bunu yapmayı kabul edersen yaşamasına izin veririm.
Diga que o fará... e deixá-lo-ei viver.
Ona hayatını kendi istediği şekilde yaşamasını söyle.
Preciso que lhe digas... para continuar a viver a vida dela nos seus próprios termos.
Ve fark ettim ki bu seninle ilgili değil hayatımı yaşamamla ilgili bir durum.
E, agora, percebo que não era sobre ti, mas, sim... sobre viver a minha vida.
Bu annemle senin tekrar birlikte yaşayacağınız anlamına mı geliyor?
Isso significa que a mãe e o pai vão viver juntos de novo?
Onun kendine ait bir hayatı vardı
Ela estava só a viver a vida dela.
Yaşayacaksın ama artık Kurtarıcı olmayacaksın
Irás viver. E não serás mais um salvador.
Lütfen beni öldürmeyin. Benim yaşamak için daha bir sürü...
Eu tenho tantos, muitos, alguns motivos para viver.
Sessiz sakin yatarak yaşamak güzel değil mi?
Não é bom viver em silêncio, deitada de costas?
Sahilde bir evde yaşıyorlar.
Estão viver numa casa na praia.
Yaşamak için sebeplerim var.
Tenho algo para o que viver agora.
Domuz gibi yaşamamıza yol açtı.
Ele obrigou-nos a viver como porcos.
Meğerse rehberdeki kişilerden biri Mexico City de Sara'nın birlikte yaşayacağı aileyle bağlantılıymış.
Acontece que um dos contactos dele é a família com que a Sara irá viver na Cidade do México.
Galiba orayı seveceğim.
Acho que vou gostar de lá viver.
İşim son zamanlarda çok değişti ve artık başımı dik tutmam gerek ve burada yaşarken bunu başarabileceğime inanmıyorum.
Houve muitas mudanças recentemente. No trabalho e... Preciso de ter as emoções sob controlo, e não sei se conseguirei fazer isso enquanto estiver a viver aqui contigo.
Bir sosyal hayat edinip arkadaşımı rahat bırakın.
Vão viver. Deixem a minha amiga em paz.
Onun gibi birisinin geçmişine bu kadar odaklanıp da önündeki geleceği yaşayamaması.
Alguém como ela, tão ocupada com o passado que não vê o que ainda tem para viver.
Hayatını nasıl yaşayacağını söyleyemem. Harika.
Não posso dizer-te como viver a tua vida.
- Yani, tüm detaylar bilmelisiniz yıllarını birlikte geçiren çiftlerin bildiği her şeyi.
- Quer dizer, tem de saber tudo o que os casais sabem por viver anos juntos.
Lois, millet! Anneni terkettim ve Tricia Takanawa benim yanıma taşınıyor.
Lois, toda a gente... deixei a tua mãe e a Tricia Takanawa vai viver comigo.
Benimle yaşamak için geri döndün nişanlını inkar ediyorsun ve öğretmenliği bıraktın.
Voltaste a viver comigo, ignoras o teu noivo e já não dás aulas.
Yaşamak istiyorsan, şimdi bizimle gelmek zorundasın.
Se queres viver, tens vir connosco agora.
Bu sorumluluğun altında ezilirdim.
Não podia viver com o sentimento de responsabilidade.
Bu çifte hayatı yaşamaya devam edemem.
Não posso mais viver uma vida dupla.
Son günlerimi aileme karşı ifade vererek mahkemede geçirmek istediğimi mi sanıyorsun?
Acha que eu quero viver os meus últimos dias no tribunal, a testemunhar contra a minha família?
Beni anla lütfen, anı yaşamak istiyorum artık.
Mas eu quero viver agora.
Ben yaşamıyorum. Yani, artık yaşamıyorum.
- Eu deixei de viver no passado.
Jonah sadece hayatını yaşamak ve yalnız bırakılmak istiyordu.
Ele só queria viver a sua vida e que o deixassem em paz.
Ama Sikago'da yasamak o isi bozabilir tabii.
Viver em Chicago pode dificultar isso.
Hayatimi nasil yasayacagimi mi söylüyorsun?
Estás a dizer-me como viver a minha vida?
Senin hayatini yasamak isterdim.
Quero viver indiretamente através de ti.
- Bence burada yasamaya baslamaliyim.
- Acho que devia começar a viver aqui.
- Sen de gerçek bir hayat yasasana.
- Porque não vais viver na vida real?
Dünyadaki kral ve kraliçe sayısı dışında değişen hiçbir şey yok.
Não mudou nada exceto o número de reis e rainhas a viver no mundo.
Hayvansal gıda olmadan nasıl yaşayacaktım?
Como seria capaz de viver sem alimentos de origem animal?
Yani hayatınızda bir değişiklik yapıp bu tarz yiyip içme fikrini ele aldığınızda neleri yemeyeceğinizi düşünmeyin.
Quando estão a considerar a ideia de dar o salto para esta forma de comer e de viver, não olhem para o que não vão comer.
Ve ailemle sağlıklı, bitkisel beslenmeye dayalı bir yaşam tarzı sürdürmek için sabırsızlanıyorum.
E estou ansioso por continuar a viver um estilo de vida saudável e à base de vegetais com a minha família.
İlk bakışta sevilen ve düşük riskli bir aile.
A primeira vista pareciam ser uma família bem vista, a viver um estilo de vida sem riscos.
İşsizlik maaşıyla şehir dışında I-90 civarında yaşıyor.
A viver do fundo desemprego nos arredores da cidade na I-90.
Sonsuza kadar dünyada kalma düşüncesinden, sonsuza kadar karanlık bir kutuda, çürüyen etle kapalı kalmaktan, Duyduğuma göre bazı yerli halklar, bu yüzden tabutlarında ruh delikleri, bırakıyorlar, ruhlarının gökyüzündeki... avlağa gitmesine izin vermek için.
Pensar em viver eternamente na Terra, preso numa caixa escura, rodeado de carne em putrefacção, para sempre. Ouvi dizer que é por isso que alguns nativos americanos, fazem buracos nos caixões, para que as suas almas possam passar para a próxima grande zona de caça... no céu.
Tam da bu sıralarda James Morrison, Oakland'de yanlarında kalması için eski evliliğinden olan oğlunu getirmişti.
Nesse tempo, James Morrison Trouxe seu filho para casa Para viver com sua família em Oakland.
Kasları sayesinde para kazandı. Bildiğiniz sokak infazcısı oldu adam.
E fez algum dinheiro com os músculos, afinal viver na rua
"Ama sevinip eğlenmek gerekiyordu. " Çünkü bu kardeşin ölmüştü, yaşama döndü.
Mas temos de celebrar e alegrar-nos, porque este teu irmão estava morto e voltou a viver.