Üzüntü translate Portuguese
743 parallel translation
- Bu bizim için büyük üzüntü kaynağı... ama çevremizdeki dağlar radyo dalgalarını almamızı engelliyor.
- É uma grande pena, mas as montanhas que nos rodeiam tornam a recepção quase impossível.
Bunu söylemekten üzüntü duyuyorum ama bu senin problemin.
Lamento informá-la que o problema é seu.
Hep sıkıntı ve üzüntü yaratıyorsun.
Só me dás problemas e preocupações.
- Hiç olmazsa bu gece uçağı kaçıran biri için hiç üzüntü duyamıyorum.
Hoje à noite, tenho a certeza de que não me vou aborrecer... por alguém ter perdido um avião.
Pişmanım ve üzüntü duyuyorum.
Estou arrependido.
Bu durum bana büyük üzüntü veriyor.
Isso entristece-me.
Size genç bayanın ortadan kaybolduğunu ve arkasında sadece bu camdan ayakkabıyı bıraktığını haber vermekten üzüntü duyuyorum efendim.
Lamento informá-lo, Majestade, mas a jovem desapareceu, e deixou para trás apenas este sapatinho de cristal.
"Sevgili Bay Wakefield, başkan size bir inci koleksiyoncusu olmadığından dolayı üzüntü duyuyor."
"Estimado Sr. Wakefield : O presidente lamenta comunicar que não colecciona pérolas".
Hanımlarımın iyi bir izlenim verememiş olmasından üzüntü duydum.
Lamento, minhas senhoras não causaram boa impressão.
Hepimiz iyi arkadaşımız ve dostumuz olan Walter Norton'un vakitsiz ölümünden dolayı üzüntü duyuyoruz.
Todos ficamos entristecidos pela morte prematura... de nosso bom amigo e vizinho, Walter Norton.
"kesin olarak iptaledildiğini dikkate almasını rica etmek zorunda olmaktan üzüntü duyar."
"o jantar com o Conde Mattoni na segunda-feira, dia 17."
Hepimiz dünkü üzüntü verici saldırıya tanık olduk.
Todos nós testemunhamos o infeliz ataque de ontem.
Boşluk duygusu ve üzüntü ile ezilmiştim, ama çok geçmeden düşlerimden, bana sürekli tekrarlayarak bir şeyler soran genç bir kızın sesi ile uyandım.
Um sentimento de vazio e tristeza invadiu meu coração. mas logo fui despertado de minhas meditações pela voz de uma jovem que me perguntava algo insistentemente.
Asılırken hatamdan üzüntü duyabilirim.
Posso lamentar o meu erro quando estiver pendurado.
Şey, şu üzüntü verici kazalardan biri daha.
Bem, isto foi apenas, um dos desses lamentáveis acidentes.
Yıldönümleri sana üzüntü vermez mi?
Os aniversários entristecem-te?
Kimsenin onun ölümünden ciddi bir üzüntü duyma olasılığı yok
Provavelmente, ninguém se perturbaria com a sua morte.
Bir evladın bu kadar mutsuzluk, üzüntü vermesi.
Uma criança pode trazer tanta felicidade, tanto desgosto.
"Yaşattığın rezaletten ötürü büyük üzüntü içindeyim ve..."
" Lamento a desgraça da tua presente situação,
Sizi üzüntü içinde bırakıp gitmeyeceğim.
Tio, não pense que não me custa deixá-lo.
Bu üzüntü niye?
Porquê esta tristeza?
Güzellik ve üzüntü
Como a beleza, tristeza. "
Ahme gibi bir teğmeni kaybedeceğim için büyük üzüntü duyuyorum, fakat zafer için verilmesi gereken bir şehitmiş.
Lamento ter de perder um tenente tão capaz como Ahme mas ela sabia o preço da captura.
Savaşta ölen insanlarımızı, hayata zamansız veda edenleri ve geride bıraktıkları ailelerini düşününce çok derin bir üzüntü duyuyoruz.
Quando os pensamentos habitam neles, os cidadãos, que morreram na guerra e aqueles que pereceram por morte prematura, e nas famílias que deixaram, sentimos um profundo pesar.
" Eserlerinde nostaljik bir hava baskın olmasına rağmen çocukluğunda yaşadığı üzüntü ve çirkinliklere ya da kasvete ve kötülüklere yer vermez.
" Um espírito de nostalgia permeia o seu trabalho, mas ele evita o que é feio, triste, ou cruelmente mórbido acerca daquelas crianças oprimidas.
Sesindeki üzüntü, onu sen öldüremediğin için mi?
Pareces desiludido por não teres sido tu a matá-lo?
Sizlere SPECTRE Altı Numara'nın ölümünü bildirmekten üzüntü duyuyorum.
Lamento informá-los a todos da morte do ESPECTRO Número Seis.
Hüzün, keder, üzüntü.
Triste, triste, triste.
Başka mantıklı alternatif bulamamaktan üzüntü duyuyorum.
Lamento não encontrar outra alternativa lógica.
Tam üzüntü denemez.
Não é propriamente aborrecido.
Bu toplumun intiharı tercih etmiş olması üzüntü verici.
É de lamentar que esta sociedade tenha optado pelo suicídio.
- Ölümünüzden üzüntü duymalıyım?
- Lamentaria a sua morte.
- Hiçbir üzüntü ve yas belirtisi yok mu?
- Não há sinais de tristeza?
Bu sadece üzüntü verir.
Seria muito doloroso.
Boş gözlerle bakıyor. Derin bir sessizlik ve anlatılmaz bir üzüntü içinde.
Ele tem mudanças imprevisíveis de humor, silêncios prolongados, tristezas súbitas e inexplicáveis...
GENERAL GEORGE C. MARSHALL A.B.D. Genelkurmay Başkanı... zorunda kalmaktan üzüntü duymaktadır. "
Chefe do Estado-Maior, Exército dos EUA... a um acordo através de negociações. "
Teslim olmazlarsa büyük bir şehri yok etmekten üzüntü duyacağım, ama diğer güçler gibi nükleer güçler de sadece kuvvet kullanılarak sindirilir.
Lamento ameaçar destruir uma grande cidade a não ser que cedam, mas as potências nucleares, só se intimidam pela força.
Böylesi daha iyi. Bunun, ölümünü duyduğundan beri gösterdiğin ilk üzüntü belirtisi olduğunu biliyor musun?
É o seu primeiro sinal de tristeza desde que soube da morte dela.
Sizin mesleğinizin, kendininkinden bu kadar farklı olmasından dolayı üzüntü duymuyor mu?
E não o entristece um pouco que a sua vocação seja tão diferente da dele?
Acı çektin Siddhartha. Ancak görüyorum ki üzüntü kalbine girememiş.
Sofres Siddhartha, mas vejo que a tristeza não esta em seu coração.
O an, onun adına çok üzüntü duydum. Çünkü, o da siyaset hayatının bittiğinin farkındaydı.
Tive muita pena dele, pois ambos sabíamos que ele estava acabado.
Sonunda, senin için, üzüntü diye bir şey kalmayacak.
E além disso, não devia haver tristeza em ti.
Theodora, yasaların gerçeğin bu kadarına izin vermesinden üzüntü duyuyor.
Theodora lamenta tanto a verdade quanto a lei irá permitir.
'Güneş üzüntü için başını göstermesin...
O Sol, enlutado, ficará escondido.
Kral seni üzüntü ve endişelerden koruyor.
O rei vai-te poupar dores e preocupações! Mas tu...
Bundan üzüntü duyuyorum.
Lamento muito.
Bakanım, üzüntü duyarak bildiririm ki... bu benim bir arkadaşımın sesi.
Lamento informá-lo... que era a voz de uma amiga minha.
Ama kimi zaman etrafıma baktığımda ve bu kadar kaybı gördüğüm zaman bu kadar yıkım ve bu kadar üzüntü varken bir şeyler bana sesleniyor hayatı hissedebilme yeterliliğimizi kaybettiğimizi söylüyor.
Por vezes, quando olho à minha volta e vejo tanta coisa que falta, tanto que está destruido e também tanta tristeza, algo me diz que perdemos, com essas coisas, a nossa capacidade de sentir a vida.
Onlara, "üzüntü ve acımak" ismini takmışlar.
Puseram-lhes as alcunhas de desgosto e pena.
Böylece Hutter üzüntü içindeki karısını dostları zengin armatör Harding ve kız kardesine bıraktı.
Hutter deixou a sua esposa preocupada com os seus amigos, o abastado armador Harding e a sua irmã.
Özellikle Churchill için üzüntü verici bir andı.
Para Churchill foi um momento especialmente triste.