Işığın translate Portuguese
52,024 parallel translation
Bu insanların sana yaptığı yanlış.
O que estas pessoas te fizeram está errado.
Bu da yaptıın her şeyin ortaya çıktığı anlamına geliyor ve bundan sadece konuşarak sıyrılamayacaksın.
Isso significa que tudo o que você fez irá saber-se e que não poderá safar-se com conversas.
Karımı bulmak için neler yaptığını öğrenmeye çalışıyordum.
Quis saber o que ele estava a fazer para tentar encontrá-la.
Karaya vardığınızda, karışıklık tasavvur etmiyorum.
Assim que desembarcardes, não prevejo qualquer confusão.
Merhamet, ailemizde nadir bulunan vasıflardandır. Haliyle yanıldığını söylersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Dado que a bondade é uma condição rara na nossa família, não é surpreendente que tenha sido mal diagnosticada.
Kaptanın seyir defterinde yazdığına göre 1636'dan Havana'dan ayrılmış.
O diário de bordo regista que ele zarpou de Havana em 1636.
Yazdığına göre tayfa karanın iç kısımlarına su ve yiyecek aramak için girmeyi reddetmiş.
Dizia que a tripulação se recusara a ir a terra procurar por alimento ou água fresca.
Senin neden Fuchs için çalıştığını anlamaya çalışıyorum.
Só quero perceber porque é que alguém como tu trabalha para o Fuchs.
Artık Kadın Barınağı'nda olmadığımı anlamış olsa gerek.
Terá percebido que já não estou no refúgio para mulheres.
- Hayatımın ışığı.
- A luz da minha vida.
Sen de büyük bir yanlış yaptığını hissediyordun.
E tu pensavas que estavas a cometer um erro enorme.
Bunu neden yaptığınızı açıklar mısınız?
Importa-se de explicar o que vos deu?
Neden yaptığını açıklar mısın?
O que lhe deu?
Neden Homo sensoryumların varlığı dünyaya duyurulmamış?
Por que razão o pacto não disse ao mundo que o Homo sensorium existe?
Eğer peşinizdeki bu adamsa, pervasızlığınızı ve cesaretinizi hafife almışım demektir.
Se é o que anda atrás de vocês, devo dizer que subestimei a vossa imprudência ou a vossa coragem.
Bana bir keresinde, kafanda sana bileklerini kesmeni, bir avuç dolusu pil yutmanı ya da yüksekten atlamanı söyleyen sesin hiç bağırmadığını sadece fısıIdadığını söylemişti.
Ela disse-me que a voz na tua cabeça que te diz para cortares os pulsos ou para tomares um monte de remédios ou para saltares de um sítio essa voz nunca grita. Só sussurra.
Dokunmazsan, kaç hayranın olduğu umurumda bile değil, benim için bu sabah sıçtığım bok kadar bile değerin olmaz.
Não me tocas, não me interessa quantos fãs tens, significas menos para mim do que a merda que caguei hoje de manhã.
Şimdi ait olmadığı bir yerde yaşadığını hissetme sırası babamdaymış.
Passou a ser a vez do meu pai se sentir um intruso que não pertencia ali.
Tam işi bitireceğim bir hamle yapacağım sırada ne yaptığını gördüm.
Tinha uma tática imparável quando vi acontecer.
Yani bu büronun yetkilerinin sınırları dışına çıktığına hiç tanıklık etmedin mi?
E não viu nada que o levasse a pensar que este gabinete está fora do padrão?
Soruşturmanın başlamasını sağlayan ilk ipucunu aldığım arama gecenin bir yarısı Yonkers civarından yapılmış.
A pista que iniciou a investigação veio de um telemóvel no Yonkers, a meio da noite.
Sayın Sözcü, konuşma hakkı hâlâ bende ve Başkan'ın tartışılan konuda hiçbir görüşü olmadığına inanmakta güçlük çekiyorum.
Senhora presidente, ainda tenho a palavra. E custa-me a acreditar que o Presidente não tem opinião sobre o assunto a ser discutido.
Tıpkı Roosevelt'in ve ondan önce Wilson'ın yaptığı gibi. Bu Kongre'nin yurt içinde ve dışında ICO'ya karşı resmî savaş ilan etmesini talep ediyorum.
Como no tempo de Franklin Roosevelt e no tempo de Wilson, exijo que o Congresso declare formalmente guerra contra a ICO, aqui e no estrangeiro.
Yazım Herald'da yayınlandığından beri Beyaz Saray basın toplantısı yapmadı.
A Casa Branca não fez um único briefing à imprensa desde que o Herald publicou o meu artigo.
Eskiden Washington Herald'ı açtığımda gözlerim ilk Tom Hammerschmidt'in yazısını arardı.
Sabe, os artigos do Tom Hammerschmidt eram a primeira coisa que eu lia quando abria o Washington Herald.
Siz ayrıldığınız sıralarda gazeteye girdim.
Entrei para o jornal na altura em que saiu.
Suyla çıktığı için şanslısın.
Tens sorte por isso sair com água. Poderia ser pior.
Zayıf yurt içi bağlantıları, yurt dışında ICO'ya sapkın bir hayranlığı var.
Só temos algumas ligações internas incertas, uma idolatria perversa da ICO no estrangeiro.
Bence uyuşturucu dolu bir odaya girmek ayıklığın açısından pek sağlıklı olmaz.
Estares numa sala cheia de medicamentos não te irá ajudar a manter a sobriedade.
Kalbinin göğsünden fırlayacakmış gibi attığını söylemeyecektir.
Não te quero dizer isto mas, o coração dela está batendo descontroladamente
Herkes "hayvan saldırısı" diyor ama aslında herkes ortada bir hayvan olmadığını biliyor.
Todos dizem "ataque animal". Mas... Todos sabem que...
Klima çalışırken neden ateş bastığını bugün anladım.
Hoje percebi como se pode sentir quente mesmo no AC.
Çabuk harca. Çünkü Teena'ya yaptığımın aynısını sana yapacağım.
Apressa-te ou faço-te o mesmo que fiz à Tina.
İnsanlığın var oluşundan bu yana sınırların çok ötesindeki hayallerimize ulaşmayı başardık.
Desde o amanhecer da humanidade, alcançámos sonhos além do nosso alcance.
Ne yaptığının farkında mısın?
Percebe o que está a fazer?
Eşimin burada fazla tanıdığı yok. Buranın ne kadar muhteşem bir yer olduğunu göstermeye çalışıyorum. Buranın yerelleriyle tanıştırmaya çalışıyorum.
O meu marido não conhece muita gente daqui, e estou a tentar mostrar como este lugar é giro e, você sabe, conhecer o pessoal.
Anın sıcaklığı, neye benzediğini söyle.
- No calor do momento, como queiras.
Tam bir sığırsın.
És um cretino.
Çünkü insanlığın gördüğü en büyük sidik yarışını düzenleyecek bir yer lazımdı!
Porque precisavam de um sítio para efetuar a maior disputa conhecida do homem!
Birçok yarış kazandığını biliyorum ve umarım ikimizin de iyiliği için yaşın yüzünden yeteneğin azalmamıştır.
Eu sei que ganhou muitas corridas e, para bem dos dois, espero que a idade não lhe tenha diminuído as capacidades.
Çok kolay, korkunç bir ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşmeye çalış.
É fácil, tente enfrentar a inevitabilidade de uma morte violenta.
Sıçtığımın beyazı!
Maldita Creamer!
Evet, yarışın içimi gıcıklayan kısmına geldik!
Sim, e esta é a parte da corrida que realmente me dá arrepios na barriga!
Yapma, sezon dışında golf oynadığınızı herkes biliyor.
Vá lá, todos sabem que vocês jogam golfe juntos na época baixa.
Sıçtığımın Ölüm Yarışı'nın ortasındayız, sen bana güneş kreminden bahsediyorsun, öyle mi?
Estamos aqui no meio da merda da Corrida Mortal e estás a falar-me de protector solar?
Sıçtığımın yolu bomboş!
Esta merda de estrada está vazia.
Ama yakın dostum olduğun için kameralar kapandığında gerçekte neler olduğunu anlatır mısın?
Mas como somos grandes amigos, diga-me o que realmente acontece quando as câmaras são desligadas?
Çok eskilerden bahsediyorum, Jim'in sıska bir çocuk olduğu, Laura'nınsa böyle cadı olmadığı zamanlardan.
Refiro-me a muitos anos atrás, quando o Jim era apenas um magricela e a Laura não era tão cabra.
Milyonlarca insan sefil hayatlara mahkum kalmış halde yaşıyor ama sen kazandığın sürece hiçbirinin önemi yok!
Milhões de pessoas presas em vidas miseráveis, mas nada disso te maça, desde que ganhes!
Ağzına sıçtığımın basit karısı, terörist karısı,
Filha da mãe vagabunda, terrorista,
Hak etmiyorsun ama Aziz James Dean, Ziggy Stardust'ın ışığı ve Kutsal Rahim'in karanlığı adına, agnostik günahlarından ötürü tövbe etmek için son bir şansın var...
Não o mereces, mas, através de São James Dean, a luz de Ziggy Stardust e a escuridão do Ventre Sagrado, tens uma última hipótese de te arrependeres da agnóstica mácula antes...