It was traducir turco

But it was a sponsors event.

Ama bir sponsor etkinliğiydi.

It was full of really posh people.

Çok sosyetik insanlarla doluydu.

It was a polo match.

Polo maçı gibiydi.

It was just, like, very...

Bu çok...

And she was your age, Lara, at a time when it was very difficult to be 17.

Ve o senin yaşındayken Lara, 17 yaşında olmak çok zormuş.

And Joanne loves all creatures, so she was protecting it like it wasn't happening, but we knew it was stinging her and stinging her and stinging her and stinging her, and she was in a lot of pain.

Ve Joanne bütün yaratıkları sever, bu yüzden bir şey olmamış gibi onu koruyordu ama onu soktuğunu, sürekli soktuğunu biliyorduk ve çok acı çekiyordu.

It was so funny.

Çok komikti.

It was also a long way around for one sister to go to get the other one out of a jam,

Bir kız kardeşin diğerini zorluktan kurtarmaya gitmesi için de büyük bir mesafe,

It was 16 years ago.

Bu 16 yıl önceydi.

Mom, it was a long time ago.

Anne, bu uzun zaman önceydi.

And it was deemed that your contributions to my campaign to help save The Warlock's Chest shall not go unheralded.

Ve Büyücü'nün Sandığı'nı kurtarmak için kampanyama yaptığın katkıların fark edilmeden kalamayacağına karar verildi.

That's because I didn't design the drive shaft to hold thousands of pounds of dead weight pulling on it straight down. If it was turning, it could hold us.

Çünkü tahrik milini onu aşağı doğru çeken yüzlerce kiloluk ağırlığı taşısın diye tasarlamadım.

It was from one of our routines. I'm sorry.

Her zamanki işlerimizden birindendi.

She seemed to think it was.

Ona göre öyle.

She just reminded me what it was like to feel something I haven't felt in a really long time.

O sadece uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hatırlattı.

It was every time something big came along, I ran from it.

Ne zaman büyük bir şey gelse hep kaçmam.

It was the song you gave me.

- Bana verdiğiniz şarkıyla.

The other night, you said it was the key to solving sterility.

Geçen gece onun kısırlık sorununu çözmedeki anahtar olduğunu söyledin.

It was big... like a cafeteria.

Büyük... kafeterya gibi bir yerdi.

It was designed to network human thoughts into a collective consciousness.

İnsanların düşüncelerini... toplanabilir bir bilince toplamak için yapılmış.

It was a failure.

Başarısız olmuş.

The program, it was shut down 13 years ago.

Program 13 yıl önce iptal edildi.

You said what we had was real, but it was built on a lie.

Yaşadığımız şeyin gerçek olduğunu söyledin, ama bir yalanın üstüne kuruluymuş.

We know that it was a hard drive inside the evidence room.

Delil odasında bir sürücü olduğunu biliyoruz.

I thought it was a cruel joke until they showed me this picture.

Bana bu fotoğrafı gösterene kadar bunun acımasız bir şaka olduğunu düşündüm.

We tracked her and found her truck, but it was a dead end.

Onu takip edip kamyonetini bulduk. Ama çıkmaz sokaktaydı.

Like it was personal.

Kişisel sorun gibiydi.

That's why I thought it was contaminated, but it wasn't.

Bu yüzden kirlettiğinizi düşünmüştüm ama olay öyle değil.

It was really no problem.

Gerçekten hiç sorun değildi.

It was like drinking 2 / 7 of the rainbow.

Gökkuşağının yedide ikisini içmek gibiydi.

Well, it's- - it's possible it was tracking everywhere you went.

Gittiğin her yeri izliyor olması ihtimali var.

It was hard for me when I went back.

Aynısı bana da olmuştu.

Well, it's not my fault, because the guy before was just really, like, one of these sex pirates, and he had... like, a dead dick.

Benim hatam değil çünkü bir önceki adam gerçekten o seks korsanlarından biri gibiydi ve onun... ölü bir siki vardı.

But on the cover was a picture of me next to a picture of a camel, and it said, "Thank God for makeup."

Ama kapakta bir deve resminin yanında benim resmim vardı ve "Makyaj için Tanrı'ya şükürler olsun." yazıyordu.

And she was, like, "Katherine, it is not your fault the Filipino people are as bad at understanding satire as they are at running from tsunamis."

"Katherine, senin suçun değil." dedi. "Filipinliler mizahı anlamakta da tsunamilerden kaçmakta olduğu kadar kötüler."

Where's that? "I was, like," Don't worry about it.

Orası neresi? "dediler. " Dert etmeyin. " dedim.

He admired it for long enough that he was able to make a mental note to compliment me on it afterwards.

Uzun süre takdir etmiş ve daha sonra bana iltifat etmeyi aklının bir kenarına yazmış.

He was, like, "I think it's time for us to be photographed together at an event."

"Bence bir etkinlikte birlikte fotoğraf çekilmenin vakti geldi." diyordu.

There was no blood, so I'm, like, " Is it dead?

Kan yoktu, bu yüzden, " Öldü mü?

"What was his name?" Like, it's dead.

"Adı neydi?" İşi bitmiş ki.

It has admittedly been a really long time since I've seen my little sister Kerrie, but I clearly remember the day she was born.

Kız kardeşim Kerrie'yi göreli çok uzun zaman oldu, kabul, ama doğduğu günü çok iyi hatırlıyorum.

There was a shared hedge between the houses, neighbor cut it down, she got loaded that night.

Evler arasındaki paylaşımlı bir çitmiş, komşusu kesmiş, o da o gece içmiş.

That's the first time I've ever called it what it really was.

Gerçekte ne olduğunu ilk defa söylüyorum.

I was glad to do it.

Yardım ettiğime çok sevinmiştim.

Maybe this is the way I was supposed to do it.

Belki de bunu bu şekilde yapmalıyımdır.

Then, who was it for?

Öyleyse kim içindi?

Why was it a failure?

Neden başarısız olmuş?

Well, a bunch of fake snakes better not spring out of it,'cause that was a lousy anniversary present.

İçinden bir düzine sahte yılan fırlamasa iyi olur çünkü o berbat bir yıldönümü hediyesiydi.

Unless it was singing "Be Our Guest," I doubt it.

Kaşığı elime alırken hiç düşünmedim.

I was thinking about your experiment on the neuroscience of decision making, and I realized, if we connect it to the measurement problem in quantum mechanics, we have a chance to disprove the role of consciousness in the Copenhagen Interpretation.

Karar verme mekanizması üzerine yaptığın sinirbilimsel deneyi düşünüyordum. Fark ettim ki eğer kuantum mekaniğindeki ölçüm sorunuyla ilişkilendirebilirsek bilincin Kopenhag Yorumu'ndaki rolünün aksini ispat edebiliriz.

It hasn't stopped. I figured out a solution for our navigation system while I was pre-soaking lentils out of my pants.

Pantolonumdaki mercimek kalıntıları temizlenirken güdüm sistemimiz için bir çözüm buldum.