Mesele şu traducir inglés
1,953 traducción paralela
Tamam, mesele şu, benim bir kuralım var.
Okay, here's the thing. I have a rule.
Mesele şu.
Here's the thing, man.
Ama mesele şu ki burada yalnızca bir tür pirinç yok. Farklı özelliklere farklı büyüme koşullarına ve hastalıklara farklı dirence sahip binlercesi var.
But the thing is, there's not just one variety of rice in here, there's thousands, with different properties and different growing conditions, different resistance to disease.
Birisini aldatmaktaki mesele şu.
So... Here's the thing about infidelity.
Mesele şu ki "karşı tarafa geçmek" yanlış bir tabir.
the thing is, Get over the,
Mesele şu ki, bir an için düşünmüştüm ki- -
The thing is, just for a moment I thought -
Mesele şu ki Matthew'i kabul edecek mi?
The question is... will she accept Matthew?
Mesele şu ki, Leydi Mary bugün buradayım, çünkü sen ülkeye gitmeden önce yüz yüze konuşmak istedim.
The thing is, Lady Mary, I am here today because I needed to tell you something, face to face, before you went to the country.
Ray, mesele şu :
Ray, here's the thing :
Mesele şu ki, ne olduğumuzu bilmek istiyorum.
Look, the point is, I want to know what we are,
Mesele şu ki eğer suça iten bir şey olsaydı...
The thing is, we'd have a pattern if it weren't for...
Mesele şu.
Here's the thing.
Mesele şu ki burada sadece ziyaretçi iseler bu nüfuza neden ihtiyaç duyuyor?
The question is, if they're just visitors, why does she need that clout?
Ama mesele şu ki ben haberi daha dün vermiştim.
The thing is... I only put the order in yesterday.
Mesele şu, annemin saatlerce ortadan kaybolduktan sonra geri döndüğünde nerede olduğunu sorduğumdaki tedirginliğini sana anlatmıştım hatırlıyor musun?
Here's the thing... do you remember when I told you that mom keeps disappearing hours at a time and then she's all cagey about where she's been?
Ama mesele şu ki, sen hiç görünmez olmadın.
But the point is, you could never be invisible.
Aslında, bunun tamamen doğru olduğunu biliyorum, ama asıl mesele şu ki, Karl ve ben birlikte çalışıyoruz.
Well, I don't know if I think that's completely true, but there is the bigger issue, that Karl and I work together.
Bak mesele şu...
Here's the thing...
Mesele şu ki, çocuk seçildi.
The point is, the guy got elected.
Mesele şu :
Look, here's the deal...
Mesele şu ki, artık kararımı verdim ve artık geçmişe bakmayacağım. - Nokta. *
The point is I made my choice, and I'm not looking back.
Mesele şu, Kalinda.
Here's the thing, Kalinda.
Mesele şu Boog.
Uh, about that, Boog.
Mesele şu ki geçen ay yine aradılar.
Well, the thing is... About a month ago, they called again. I didn't even bother telling red,
Mesele şu teğmen, bu kuru temizlemeci soygununu kim yaptıysa..... pantolandan fazlasının peşindeydi.
The point is, lieutenant, Whoever did this dry-Cleaners job, They were after more than just pants.
Mesele şu, hayatlarımızı her gün riske atıyoruz.
The point is, we put our lives on the line together every day.
Yani mesele şu Cat, onunla mülakat yapmıştın.
You see, the thing is, Cat, you interviewed her, hm?
Mesele şu ki, babam polis karakolunda iş bulmuştu, değil mi?
The thing is, my dad got a job at the police station, right?
Şu an bunu seninle yapamam. Mesele şu ki, kanıt erimişti.
The point is, the evidence melted.
Deney gerçekten olağanüstü şeyler gösteriyor ve mesele şu ki, ona baktığınızda bile öyle davranıyor tek parçacıklar olarak onu ölçerken öyle davranıyor ölçmediğiniz zamanda ise, madde yayılıyor.
The experiment shows something really rather extraordinary, and that is that matter, even though it behaves when you're looking at it, when you're measuring it, as individual particles, when you're not measuring it, matter is diffuse.
Mesele şu, gerçek bir silahla birini vurursun, kötü adam yere düşer, temizlikçiler gelir ve temizler.
The point is, you shoot somebody with a real gun, the bad guy goes down, the cleanup guys come in and clean up.
Mesele şu, kavga ettik ve şu an konuşmuyoruz.
The point is that we had a fight, and we are not speaking at the moment.
Mesele şu ki Einstein'ın dediğine göre ışıktan daha hızlı gidebilen bir araç üretemezsiniz.
The trouble is, Einstein also told you that you can't build a spaceship that goes faster than the speed of light.
Kızım, mesele şu.
Girl, here's the thing.
Mesele şu ki, Chuck'la ikiniz bir ilişki krizi yaşıyorsunuz.
You and Chuck are in a relationship crisis. Crisis?
Mesele şu ki seksten hoşlanmıyorum.
Right, um... The thing is, I don't love sex.
Evet, mesele şu, Beatty. ... tüm çocuklar, annelerini kaybettiler. Ama, Evie, Ewan ve Paul hâlâ bana sahipler.
Yeah, the thing is, Beatty, all the kids have lost their mum, but Evie, Ewan and Paul still have me.
Mesele şu ki, kocanızın bölgede çok fazla düşmanı var.
The problem is that your husband has many enemies in the region.
Mesele şu ki, özellikle 1940'lardan beri atmosferdeki k-14 oranı ciddi şekilde değişti.
The thing is, C-14 ratios in the atmosphere have varied dramatically, especially since the 1940s.
Mesele şu ki
So here's the thing.
Mesele şu ki, normalde Kelly ile beraber olmam gerekir ama biz farklı liglerde oynuyoruz,... liglerde önemli olan, bir üst kademeye yükselmen gerektiğidir.
See, the thing is, Trude, with Kelly, is we're meant to be together, but we're in different leagues, and the point about leagues is you're supposed to move up'em.
Mesele şu ki sana ne söyleyebileceğimi bilmiyorum.
Thing is... I don't know what I can tell you.
Evet, mesele şu ki bakıcı anne, kızın kaybolduğunu bildirmemiş.
Yeah, well, here's the thing. The foster mother never told anyone she was missing. - She's covering for something.
Mesele şu ki : Gücümün e kadar olduğunu bilmiyorum.
Thing is, I don't know what power I've got.
İt Patronu'yla ilgili şu mesele de var.
And that thing about the Dog Boy
Şu mesele.
That.
Şu mesele kocam televizyonun sesini bayağı açmıştı da.
It's just that my husband puts the TV on very loud.
Asıl mesele başımın dertte olması. Zamanım git gide tükeniyor. Şu an güvenebileceğim tek insan sensin.
What matters... what matters is that I'm in trouble, and I think that my time is running out here, and right now you are the only person that I'm willing to trust.
Mesele su, bunlar ne kadar yaygın?
- Why didn't you try looking?
- Şu mesele.
- Oh, that.
Şu an mesele bu değil.
- That doesn't matter right now.