English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Anglais → Turc / [ H ] / Hardly at all

Hardly at all traduction Turc

298 traduction parallèle
In fact, hardly at all to judge by the young men from whom she found companionship.
Aslında, arkadaşlık kurduğu genç erkekler tarafından hiç de yargılanmadığı halde.
- Hardly at all.
- Çok kısa bir süre.
Hardly at all.
Neredeyse hiç kalmadım.
- Hardly at all now.
- Artık pek çalamıyorum.
According to Dr. Hasslein's theory of time in a vehicle traveling nearly the speed of light, the Earth has aged nearly 700 years since we left it, while we've aged hardly at all.
Dr Hasslein'in ışık hızına yakın seyahat eden bir aracın zaman teorisine göre, dünya biz gittiğimizden beri 700 sene yaşlandı, ve biz neredeyse hiç değişmedik.
Hardly at all.
Hiç gitmedim.
- No, hardly at all!
- Hayir, neredeyse hic icmedi.
- No, she doesn't sleep hardly at all.
- Hayır, hemen hemen hiç uyumaz.
What's more, the recipe hardly varied at all from continent to continent.
Dahası, içerik kıtadan kıtaya neredeyse hiç değişiklik göstermiyordu.
that despite all our precautionary measures, we seem to believe it is hardly necessary for us to proceed unless we receive an ipso facto that is not negligible at this moment. Quotes, unquotes and quotes.
tarafımızdan başka bir işlem yapılmasına gerek yoktur, burada, önemsenmeye değmeyecek durumlar farklı, tabii ki, alıntı, alıntı sonu ve tekrar alıntı.
- Sorry to disappoint you... but your Sergei hardly missed you at all.
- Seni üzmek istemezdim ama Sergei'n seni özlemedi bile.
Hardly at all.
Hem de hiç.
- Without hardly any trouble at all.
- Kazasız belasız.
You've hardly any tummy at all.
Karnın hiç şişmemiş.
Hardly any money at all.
Hatta hiç.
Ah, rusty or not, you can do as much for me as any other lawyer... and I reckon that ain't hardly anything at all.
Paslanmış ol veya olma benim için her hangi bir avukattan daha fazlasını yapabilirsin ve sanırım bu hiç zor değil.
I hardly know him at all, really.
Hatta onu tanımıyorum bile denebilir.
We didn't talk much. I felt numbed and hardly alive at all.
Uyuşmuş ve neredeyse cansız gibi hissediyordum.
To live the simple, sincere, honest life was hardly to live at all.
Basit, sade ve dürüst bir şekilde yaşamak kuşkusuz çok zordu.
I need hardly add that any man who has lived as I have and who indulges, for the first time, in parenthood at my age deserves all he gets.
Şunu eklemem gerekir ki, benim yaşadıklarımı yaşamış ve teslim olmuş biri, ilk defa, bu yaşta bir babaysa her şeyi hak ediyordur.
It's hardly smashed up at all.
Çok da mahvolmuş gibi durmuyor.
Hardly an operation at all.
Bir ameliyat bile sayılmaz.
I hardly slept at all yesterday. Who did?
- Dün gece neredeyse hiç uyumadım.
No, it's hardly out of my way at all.
Hayır, zaten yolumun üzerinde.
Quite a spot. 105 in the shade and the women hardly wore anything at all.
Sıcaklık gölgede 40 dereceydi. Kadınlar neredeyse hiç bir şey giymiyorlardı.
You're hardly showing at all.
Hiç ama hiçbir şey anlaşılmıyor.
You see, he attacked me from behind, and it was dark. I hardly saw him at all.
Hiçbir şey görmedim.
I hardly see him at all. When he isn't, he comes home, eats his supper, and back to Duggan's and plays cards.
Gece vardiyasında olmadığı zaman eve gelir, akşam yemeğini yer ve Duggan'ın yerine geri dönüp kart oynar.
You don't hardly see me at all, with me in school and you working.
Sen çalışıyorsun ve ben okula gidiyorum.Ve beni çok az görüyorsun.
Yet I hardly earned more than those who didrt work at all.
Ne var ki hiç çalışmayanlar bile neredeyse benim kadar kazandılar.
The doctor gave her a heavy sedative but it's hardly working at all.
Doktor güçlü bir müsekkin verdi, lakin pek etki etmeyecek gibi.
You hardly haven't touched the ground at all.
- Bilmiyorum.
Nobody hardly comes around at all.
Buraya pek gelen olmuyor.
The kind of money they don't throw at you everyday and for doing hardly nothing at all.
Sana her gün sunmayacakları kadar iyi bir para. Karşılığında çok bir şey de yapmayacaksın.
But in the daytime they hardly talked at all.
Gündüzler hemen hiç konuşmazlardı.
At that point, the subject began to lose a little of its burden of superstition, but hardly all.
Bu noktada, konu batıl olmaktan biraz çıksa da tam olarak kurtulamadı.
I'II be entertaining some colleagues and their friends, people I hardly know, or not at all.
İş arkadaşlarımı ve onların arkadaşlarını davet edeceğim. Zar zor tanıdığım ya da tanımadığım insanları.
If people didn't try something new, There wouldn't be hardly any progress at all.
Yenilikler denemezsen, hiç ilerleme kaydedemezsin.
So small it's hardly there at all
Öyle küçük ki görünmüyor gözlere
Hardly anything at all.
Hemen hemen hiçbir şey.
They hardly blink at all.
Neredeyse hiç kırpmıyorlar.
Airplane luggage, they hardly ever check at all.
Uçağa gidecek bavulları hemen hemen hiç kontrol etmezler.
Well, there'd hardly be any left for me at all.
- Ben İspanyol şarabı sevmem.
Italy, on the other hand, is one of the weakest nations on earth. The Italian fighting man is hardly equipped at all.
İtalya ise dünyanın en zayıf ülkelerinden biri ve İtalyan askerleri hiç donanımlı değil.
We seemed to be hardly Railway Children at all in those days and as the days went on each of us had an uneasy feeling about this which Phyllis expressed one day.
O günlerde artık demiryolu çocukları gibi değildik. Günler geçtikçe içimizde Phyllis'in bir gün dile getirdiği rahatsız edici bir his oluştu.
Well, he can hardly see at all.
Zar zor görünüyormuş.
- I hardly play at all...
- Pek beceremem aslında...
Hardly at all.
Hiç.
You hardly have any accent at all.
Neredeyse hiç aksanın yok.
I've hardly been reincarnated at all, but Dave... he can remember all the way back to ancient Egypt... building the pyramids and all of that.
Ben yeni bir bedene zar zor girmişim ama Dave! Eski Mısır'a kadar her şeyi hatırlıyor, piramitlerin inşasını bile!
There's hardly any radiation at all.
Burda nerdeyse hiç radyasyon emaresi yok.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]