English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Anglais → Turc / [ T ] / The chairs

The chairs traduction Turc

926 traduction parallèle
- No one asked for the chairs.
- Burada kimse sandalye istemedi!
Any footprints on the chairs?
Sandalyede ayak izi var mı?
Yes, the chairs.
Evet, sandalyeler.
Anyway, he admired the chairs.
Neyse, sandalyelere bayıldı.
I got it for the chairs, of course.
Sandalyelerden aldım, tabi ki.
You sold the chairs to gamble all your money on a horse.
Bütün paranı bir ata yatırıp, kumar oynamak için sandalyeleleri sattın.
Josie, fix the chairs.
Josie, sandalyeleri düzelt.
Everybody scatter away to the chairs here!
Herkes sandalyeleri geriye çeksin!
Is it all right if they deliver the chairs tomorrow afternoon instead of today, as the reception is not till Wednesday night?
Resepsiyon zaten Çarşamba gecesinden önce olmayacağı için, sandalyeleri bu öğleden sonra değil de yarın getirmelerinin uygun olup olmadığını soruyorlar.
No, Harry. Harry, tell them they must deliver the chairs today because we...
Hayır, Harry, onlara sandalyeleri bugün getirmelerini söyle, çünkü biz...
Just tell them they must deliver the chairs as arranged.
Sandalyeleri kararlaştırıldığı gibi getirmelerini söyle.
And why do the chairs have to look as if nobody ever sat down in them?
Ve koltuklar niçin sanki üzerlerinde kimse oturmamış gibi görünmeli?
- No, listen... I want all the chairs the same way.
Bütün sandalyelerin aynı kısalıkta olmasını istiyorum.
Thanks for the chairs
Sandalyeler için teşekkür ederim.
And you've got a thing for doing the chairs with.
- Ve bununla koltukları yaparken.
The chairs.
Sandalyeler.
and sketches, from which You'll fall off the chairs!
Sizi gülmekten öldürecek skeçler.
We'll cover the chairs.
Koltukları kaplarız.
Like glued to the chairs. If you are looking for a man, I'm the one.
Eğer bir erkek arıyorsan, buradaki tek erkek benim.
The chairs are alright.
Sandalyeler iyi durumda.
Not even all the chairs from the bar piled into the theater could hold the huge audience that assembled.
Barlardaki tüm tabureler bile... bu kadar kalabalık olmamıştı.
I think it's even more gorgeous Than the girl with the chairs above Natalie Paige's Bar,
Paige'in barının üzerinde gördüğüm kızdan bile daha güzel.
They use electric chairs for the kind of things you're responsible for.
Sorumlusu olduğun türden şeyler için elektirkli sandalye kulanıyorlar.
Chairs, tables, up against the windows!
Sandalyelerle, masalarla kapatın camları!
The missing chairs, old man.
Kayıp sandalyeler yani.
- He's on the bed now, is he? There aren't any chairs in the bedroom, darling.
- Yatak odasına sandalye yok hayatım.
In the matter of four chairs, a chaise longue, and two...
Söz konusu dört sandalye, bir şezlong ve iki...
I used to imagine my deck chairs in beautiful gardens... and my picnic baskets opened in the woods and fields.
Güzel bahçelerde açılan şezlongları orman ve çayırlarda açılan piknik sepetlerini hayal ederdim.
They're holding on to the arms of their chairs... and they got their feet tugged tightly under their seat.
Elleriyle oturaklarını sıkıca tutmuş bacaklarını da oturakların altına sokmuşlar.
So will I. I'll have two chairs out in the gallery.
Bende tabi. Verandaya iki sandalye çıkartırım.
He was sleeping in one of those canvas chairs back at the Pacifica bushes and I forgot him.
Pacifica çalılarının arkasında şu bez sandalyelerin birinde uyuyordu ve aklımdan tamamen çıkmış.
I only buy chairs and harness. So the shoemaker shoes.
Etrafı biraz görmesinde yarar vardır.
We were going to take up the small chairs and tables and the standing lamp, and even the rug.
Küçük koltukları ve masaları, ayaklı lambaları ve hatta halıyı kaldıracağız.
At the next station Joseph Rivet was waiting with a white horse and a cart fitted with chairs
Sonraki istasyonda Joseph Rivet beyaz bir at koşulmuş ve içi sandalyelerle dolu bir arabada bekliyordu.
My spinet... over there and the table here, and... my own chairs to rest upon.
Küçük piyanom, orada duracaktı. Ve masam da burada. Kendi sandalyemde oturabilecektim.
It says here that Linus Larrabee, that's you, and Sabrina Fairchild, that's she, have reserved adjacent deck chairs on the Liberte, sailing today.
Diyor ki, Linus Larrabee, yani sen..... ve Sabrina Fairchild, yani o..... bugün kalkan Liberté vapurunda yanyana yerler ayırtmışsınız.
Fetch the sedan chairs
Gidip bir tahterevan getir.
Order the sedan chairs.
Tahterevan sipariş et.
Then the upper decks, masts, tables, chairs, windows... ladders, everything, including the lifeboats.
Ve üst güverteyi, yan duvarları, masaları, sandalyeleri, pencereleri merdivenleri, her şeyi hatta cankurtaran botlarını bile.
They ought to get off their chairs and out in the field for a change.
Koltuklarından kalkmalı ve değişiklik için dışarı çıkmalılar.
Those two chairs are the old man's bed.
Bu iki yatak yaşlı adamın yatağı.
Those of you who have been sitting on the edge of your chairs since last time will be glad to know that tonight we shall definitely present the final chapter in our story
Son günden bu yana sandalyelerinin kenarında oturanlar bu gece kesinlikle öykümüzün son bölümünü sunacağımızı öğrenmekten memnun olacaklar
See, and these chairs, they both match to the sofa.
Bak, şu sandalyeler, her ikisi de kanepeye uygun.
In the old man's shack, there was a bed, a table, chairs and a place to cook with charcoal.
Kulübesinde, bir yatak, bir masa, sandalyeler ve bir ızgara vardı.
Kids can scare themselves... by lying in the dark and making ghosts out of chairs, but we can't.
Çocuklar kendilerini korkutabilir karanlıkta yatarak ve sandalyelerinden hayalet yaparak, fakat biz yapamayız.
The club chairs.
Şu büyük olanları.
And some chairs in the atrium.
Atrium'a da birkaç sandalye.
Once again I advanced... alone, along these same corridors... through the same deserted rooms... past the same colonnades... the same windowless galleries... across the same thresholds... taking this route in the labyrinth as if by chance... and once again... everything was deserted in this immense hotel... empty salons, corridors... salons, doors... doors, salons... empty chairs, deep armchairs... stairs, steps... steps, one after another... glass objects, empty glasses... a dropped glass, a glass partition... letters, a lost letter... keys hanging from their rings... numbered door keys :
Bir kez daha yürüdüm... tek başıma, aynı koridorlar boyunca... aynı metruk odaların içinden... aynı revakların altından... aynı penceresiz galerilerden... aynı eşiklerin üstünden... böylece yol alarak labirentte, adeta gelişigüzel... ve bir kez daha... bu devasa otelde herşey terk edilmiş... boş salonlar, koridorlar... salonlar, kapılar... kapılar, salonlar... boş sandalyeler, geniş koltuklar... merdivenler, basamaklar... basamaklar, art arda... cam eşyalar, boş bardaklar... bırakılmış bir bardak, cam bir bölme... mektuplar, kayıp bir mektup... anahtarlıklara asılı anahtarlar... kapı numaralı anahtarlar :
Rosa, I want all the gilt chairs in the music room.
Rosa, müzik odası içine bütün yaldızlı sandalyeler istiyorum. Ve iyice tozunun alınsın.
They should have chairs like this in the prison.
Cezaevine de bu sandalyelerden koymalılar.
Do passengers sometimes sleep in the deck chairs?
Bazen yolcular güverte merdivenlerinde uyurlar mı?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]