Sell tradutor Turco
27,154 parallel translation
- When did you sell out?
- Ne zaman herşeyini sattın?
And now I find myself forced to sell my daughter's hand.
Ve şimdi de kendi kızımı satmaya mecbur bırakılıyorum.
You sell hemlock here, don't you?
Sen burada baldıran satıyorsun, değil mi?
And do you sell it as a liquid?
Ya sıvı olarak satıyor musun?
But the apothecary does sell such a poison.
Ancak eczacı böyle bir zehir satıyor.
Your only alternative is to find an asset to sell.
Tek alternatif satmak için bir varlık bulmak.
Sell off the mills for the amount that we need.
İhtiyacımız olan tutar için değirmenleri satabildiğine sat.
- Well, sell your grain elsewhere.
- O zaman başka yere tahıl satın.
But I'll have to sell it.
Ancak şimdi satmak zorunda kalacağım.
Sell her.
Sat gitsin.
Sell her in Genoa, and no one need ever know.
Cenova'da sat, kimse öğrenmemeli.
I'm gonna sell it.
Satacağım.
They plunder our wealth and sell our people into slavery.
Onlar zenginliklerimizi yağmalayıp, insanlarımızı köle olarak sattılar.
Well, we'll sell the T-bills to the Chinese, and that money in return will be used as a loan for our company.
Ozaman, bizde hazine bonosunu Çinlilere satarız ve karşılığında o para bizim şirketimizin borcu olur.
It doesn't matter as long as the con works and people buy and sell whatever it is we want them to.
Bu kandırmalar işledikçe... ve insanlar alım satım yaptıkça... onlardan ne istediğimizin önemi yok.
About a year ago, his oldest son, Harold, wanted to sell it, but Ned wasn't down with that.
Bir yıl kadar önce, en büyük oğlu Harold satmak istemiş ama Ned buna karşı çıkmış.
They're not letting anyone sell.
Kimsenin satmasına izin vermezler.
Serial killers don't take trophies to sell them.
Seri katiller satmak için hatıra eşya almazlar.
Global warming's a bunch of crap Al Gore made up to sell books to Californians.
Küresel ısınma, Al Gore'nin Kaliforniyalılar kitap alsın diye uydurduğu bir şey.
Nothing else, you'll sell tickets.
Her türlü bilet sattıracaksın.
And by that, I mean every player has to sell at least ten tickets per home game.
Bunu demişken, evimizdeki maçlarda her oyuncu en az on bilet satmak zorunda.
When our freezers were full of fish, the ship would anchor offshore and another boat would sail out to collect the haul, to sell in the local market.
Depomuz balıkla dolunca gemi açığa demir atardı ve başka bir tekne balıkları yerel pazarda satmak için almaya gelirdi.
I mean, they had to have tried to sell them at some point.
Demek istediğim bir nokta da altınları satmayı denemiş olmalılar.
No, they don't sell gummy bears like these here.
Hayır. Burada bu tipte ayıcıklı şeker satılmıyor.
They lure you in with a prize, and then they hit you with the hard sell.
Ödülle seni kandırıp, zorla satış yapıyorlar.
Yeah, yeah, I know, it just seems a little weird that the security guard that got roughed up by bad guys in fake cop cars, has a buddy known to sell fake cop cars.
Evet haberim var. Biraz tuhaf görünüyor. Sahte polis otosuyla güvenlik görevlisini pataklayan kötü adamlar o sahte otoyu tanıdık bir dostundan kiralamış.
You sell any of those guns to a Chinese gang?
Şu Çinli çetelere silah sattın mı hiç?
He'd liquidate the company and sell off its assets.
Şirketi tasfiye etti ve bütün varlıklarını sattı.
So I need to know if I can sell it and if you'll negotiate it for me.
Bilmek istediğim şey bunu satabilir miyim, eğer satabiliyorsam benim adıma görüşmeleri yapabilir misin?
I didn't sell anyone this prototype.
Prototipi kimseye satmadım ki!
So, Rosalyn was gonna sell Hull her building?
Yani, Rosalyn binasını Hull'a mı satıyordu?
Maybe Dalton was gonna sell those secrets to the highest bidder.
Belki sırları en çok parayı verene satacaktı.
You actually think this guy is willing to sell out his county for a couple of bucks?
Üç beş kuruşa ülkesini satacak birine benziyor mu sence?
They do sell liquor elsewhere, you know?
Onlar başka bir yerde içki satmak yapmak, biliyor musunuz?
I'll sell you five guns.
Sana beş silah satarım.
New life insurance policies to sell.
Satacak yeni hayat sigortası poliçeleri.
Hey, I don't sell life insurance policies.
Ben hayat sigortası poliçesi satmıyorum.
I sell peace of mind.
Ben gönül rahatlığı satıyorum.
- You sell purses?
- Çanta mı satıyordun?
Colt would sell all the livestock, sell the ranch, piss the money away, and no good would ever come of it.
Colt bütün hayvanları ve ahırı satar, parayı alır... ve o paradan da hiç hayır gelmez.
That is the best darn bleach that money can buy, and I should know, because I sell it by the gallon.
Parayla satın alabileceğin en iyi çamaşır suyu ve bunu biliyorum, çünkü ben satıyorum.
- and sell, sell, sell! - Mmm, I love it, I love it, I love it!
Bayıldım, bayıldım, bayıldım!
Now, if you'll excuse me, I need to go into my office, and figure out how to sell some condos.
Şimdi izninle ofisime gidip ev satmanın yollarını araştıracağım.
- Yeah, we used to sell beer pails out the back.
Evet, eskiden arkada kovayla bira satardık.
You can see here, it shows that you buy a case of Johnny Walker Black per month and that you sell two cases per month.
Buradan görebilirsiniz, her ay bir kasa Johnnie Walker Black aldığınız ama iki kasa sattığınız görülüyor.
- Okay, and that same thing holds true of every liquor that you sell.
- Ve aynı durum sattığınız tüm içecekler için geçerli.
Because common law, not family law, common law dictates that because he fucked the place up, it gives me the right to sell it.
Ortak hukuktan dolayı, aile hukukundan değil. Ortak hukuk o mekânın içine sıçtığı için bana satma hakkını veriyor.
- Howell is now firmly in the "finders keepers" territory, and we can help him sell it.
Howell'a satışında yardım edebiliriz.
You're not gonna sell me the gun?
Silahı satacak mısın?
Yeah, I'll tell you how she did it, she hired an amazing assistant... who pumped her full of coffee, so she could sell, sell, sell.
Ona bütün gün kahve getirdim böylece bütün gün satış yaptı.
You're not gonna sell this place.
Burayı satmayacaksın ki.