Yaşlandım tradutor Francês
747 parallel translation
Versailles'den Times Meydanı'na gidene dek 10 yıl yaşlandım.
J'ai vieilli de 10 ans du Versailles à Times Square!
İyice yaşlandım.
Je suis plus qu'une vieille.
Sanırım biraz yaşlandım artık.
Ensuite, je croirai me faire vieux.
Yaşlandım ve para da benim gibi yaşlı biri için büyük bir teselli.
L'argent est d'un grand réconfort pour un vieil homme.
Son bir kaç saat içinde oldukça yaşlandım.
J'ai beaucoup grandi, en quelques heures.
- Belki de yaşlandım. - Yaşlandın mı?
- Peut-être que je suis vieille.
Sanırım oralara girmek için fazlasıyla yaşlandım.
On croit que je suis trop vieux pour ce boulot.
Onu ben yarattım. Yaşlandım ve saygın biri oldum, ama kimseye yük olmadım.
Plus je vieillis et mieux je suis.
Yaşlandım artık.
Nous sommes des vieux maintenant.
Hafiften yaşlandım, hafiften hafiften.
Un petit peu vieux... un tout petit peu.
İyice yaşlandım
Je vieillis.
- Sanırım silah taşımak için fazla yaşlandım.
J'ai passé l'âge des armes à feu.
Yaşlandım ama bugünlerde çocukların pikniğe giderken kot pantolon ve şort giydiklerini sanırdım.
Je sais que je suis vieux jeu, mais pour un pique-nique, on met une robe de coton ou un blue-jean.
Şey tabii ki çok yaşlandım, o yüzden aynı görünmüyorum.
Je suis vieux, c'est sûr. J'ai certainement changé aussi.
Şimdi de, keyfini çıkarmak için yaşlandım.
Je suis trop vieux pour en profiter.
Ben yaşlandım mı?
Deviendrais-je vieux?
Arkasından koşmak için yaşlandım artık.
Je suis trop vieux et trop las pour lui courir après!
Son dört yılda çok yaşlandım.
J'ai beaucoup vieilli depuis 4 ans.
İşleri ağırdan almak için çok yaşlandım.
Je suis trop vieux pour être lent.
Ben yaşlandım Hem de çok fazla.
Je suis vieux... Bien trop vieux.
Yaşlandı Viyana, yaşlandım ben artık
En pensant au temps
Ben yaşlandım ama sen yaşlanmadın.
J'ai vieilli et toi non.
- Hayır, yaşlandım.
- J'ai vieilli.
Sanırım yaşlandıkça aptallaşıyorum.
Je crois que je deviens vieux et bête.
Onlarla kıyaslandığımız zaman bizde pek masum sayılmayız tabii.
Comparés avec eux, nous étions calmes.
- Yaşlandıkça olgunlaşıyorum. Brooklyn Köprüsü'nü istiyorsan sor yeter. Satın alamazsam çalarım.
Vous aurez tout ce que vous pouvez désirer.
Yaşlandı mı? "
Mon petit s'en sort-il? " Rosemary Benét
Doktor yaşlandığımı söylese de öyle hissediyorsam suçlusu benim.
Le médecin dit que je vieillis. Bien que je ne le ressente pas du tout.
Yaşlandığımı düşünüyorsun, değil mi?
Tu penses que je suis une vieille femme, non?
Sakın seni görmeyecek kadar yaşlandığımı da düşünme.
N'allez pas croire que je suis trop gâteux pour vous voir.
Daha fazla koşamayana kadar koştum. Nefeslenmek için bir sokak lambasına yaslandım.
Je courus jusqu'a n'en plus pouvoir.
Yaşlandıkça anılarımız teslim olmaya korktuğumuz arzular tarafından lanetlenir.
Les tentations auxquelles nous résistons plus tard nous hantent.
Sanırım Lord Henry, özellikle yaşlandıkça kendimizi eğlendirmek için yoksullarla ilgileniyoruz ve başka şeylerle de eğlenemiyoruz.
Au fond, c'est nous que nous amusons. Surtout quand on devient trop vieux.
Kendinizi o kadar yaşlandırmayın bakalım Bay Hollingsway.
Vous n'êtes pas si vieux, M. Hollingsway.
Anlayabilmem için bir savaş geçti ya da belki de 4 yıl daha yaşlandığım içindir ama seni düşünmediğim tek bir gün bile olmadı ne de gece denizde ya da karada şehirde ya da kucağımda bir bebekle bir avuç çocuğu ormana sürüklerken.
La guerre m'a fait réfléchir. J'ai compris tout ce que j'ai perdu. Pas un jour je n'ai cessé de penser à toi... ni une nuit... en mer ou à terre... ou quand, dans la jungle, je tenais... un bébé dans les bras.
Trabzana yaslandığımı hatırlıyorum limanın ardında yükselen yamacın üzerindeki bir villaya bakıyordum.
je me souviens me tenant sur la rambarde à regarder les villas en haut des collines au dessus du port.
Veya yaşlandığımı, bittiğimi düşünüyorlar.
Tout le monde me croit vieux.
Şu ayçiçeği bile bana yaşlandığımı hatırlatıyor.
Chaque fois que je vois un tournesol, je pense à une tête d'homme!
O ölümsüz kollara yaslandığımda
En m'appuyant - Sur le Bras éternel
Yaşlandığımı hissediyorum Starbuck, ve belimin büküldüğünü. Cennetten çıkarıldıktan sonra geçen yüzyılların ağırlığı altında yalpalayan Adem Baba gibiyim.
Je me sens vieux, Starbuck, et courbé, comme Adam écrasé sous les siècles entassés depuis le paradis.
Peki ya yaşlandığımda? O yaşta ne yaparım diye kim sorar?
Et ma vieillesse, qui s'en serait occupé?
Umarım dansçı olarak devam edebilirim. Ve umarım yaşlandığım zaman çocuklara dans dersleri verebilirim.
J'espère pouvoir continuer à danser et enseigner mon art aux enfants, quand je serai vieille.
Biliyor musun, orada sözleşmeli çalışırken Marty Sall'la hiç iyi anlaşamazdım. Artık yaşlandı.
Pour tout te dire, je ne me suis jamais entendue avec Marty Sall.
Birlikte yaşlandığımızı düşünebiliyorum.
Je nous vois quand nous serons très vieux.
Ama sonra... Eşimin ve çocuklarımın yaşlandığını arkadaşlarımın ölümlerini gördüm.
Mais ensuite, j'ai vu mon épouse et mes enfants vieillir... et mes amis mourir.
Senden geçti artık, Bolie. Yaşlandın. Bu akşamdan sonra bakalım.
Après le combat, tu voudras une écurie toi aussi.
Ses beni çağırmaya devam etti öyle ki, duvara yaslandım ve duvar yapraklar gibi açıldı ve içine aldı beni.
La voix a continué. Alors, j'ai appuyé contre le mur qui a cédé comme une feuille... et j'étais dedans.
Yaşlandığımda iki lokma ekmeğim olsun diye tüm hayatım boyunca saçımı süpürge ettim.
J'ai travaillé toute ma vie! J'en ai fait des sacrifices pour finir par manger du pain rassis à mon âge!
Sahaya çıkamayacak kadar yaşlandığımı söylemiştim.
Je t'ai expliqué que j'étais trop vieux pour jouer.
Şu yediğim ekmek üzerine yemin ederim ki yaşlandıkça, bunu sorgulamaktan vazgeçtim. O iyiymiş, bu kötüymüş, ne fark eder ki?
Et avec l'âge, je le jure sur mon pain quotidien qu'ils soient bons ou mauvais, ça m'est devenu égal.
Yaşlandığımı mı ima ediyorsun yani? Belki de bunadığımı?
Qu'est-ce que tu veux dire?