Zorunda tradutor Francês
58,126 parallel translation
Bu lanet nükleer santral için yeteneklerimi heba etmek zorunda mıyım?
Tu me demandes de me dévouer à cette centrale de merde, et gâcher mes compétences pour le restant de mes jours?
Sen ve diğer adamlar içeri girmek zorunda mısınız?
Ça doit être ton équipe et toi?
Ama iptal etmek zorunda kaldılar.
Mais ils durent abandonner.
3 Nisan 2015 Cuma sabahı soygunu terk etmek zorunda kaldılar.
Le matin du vendredi 3 avril 2015, ils se retrouvent obligés d'abandonner.
Bir itiraf daha dinlemek zorunda kalsaydım, kendimi öldürecektim.
Si je dois entendre encore une de tes confessions, je me tue.
Cevap vermek zorunda. Burada çalışıyor.
Il doit répondre, c'est son boulot.
Yapmak zorunda değiliz.
On n'est pas obligées.
Sürekli geç kaldığınız için bir önlem almak zorunda kaldım.
Vos retards répétés m'ont obligée à prendre mes précautions.
Beni bunu kullanmak zorunda bırakma!
Ne m'oblige pas à utiliser ça.
Aynı anda iki hayatı sürdürmeyi endişe etmek zorunda kalmam!
Je n'aurais plus à jongler entre deux vies!
Vermek zorunda kaldım, yoksa daha ölmüştü.
Il le fallait, pour éviter d'autres morts.
Onlara birkaç el ateş ettim ama çok sersemledim ve buraya dönüp yere yatmak zorunda kaldım.
Je leur ai tiré dessus, mais j'étais dans le cirage et j'ai dû rentrer m'allonger.
İçmek zorunda değilsin.
Tu n'es pas obligé de faire ça.
Ben de evlendikten sonra onun isteği üzerine orayı işletmek zorunda kaldım.
On m'a persuadé de le gérer après notre mariage, comme elle le voulait.
Birilerinin olanları bilmek zorunda.
Quelqu'un doit savoir ce qui se passe.
Birileri bilmek zorunda.
Quelqu'un doit savoir...
Size Rob'un yanına oturduğumu ve ona talep formu doldurtmak zorunda kaldığımı anlatmış mıydım?
Je t'ai dit que j'étais assise à côté de Rob, et que j'ai dû le forcer à remplir la fiche de commande?
Şunu bil ki, bir şey ispatlamak zorunda değilsin.
Parce que devine quoi? T'as rien à prouver.
Her zaman böyle sert davranmak zorunda değilsin.
Tu sais que t'es pas obligée de jouer à la dure tout le temps.
Hannah, çaba göstermen güzel ama bunu yapmak zorunda değilsin.
Hannah, c'est gentil à toi, mais tu n'es pas obligée de... Tu n'as pas à m'aider.
Yoksa tombul baldırına ok saplamak zorunda kalırım.
Ou je transperce ta cuisse avec une flèche.
Ben de alaya almak zorunda kalacağım.
Je vais devoir les provoquer.
Şöyle demek zorunda kalacağım.
Je serai contraint de leur dire...
- Bir şeyler yapmak zorunda...
Il faut toujours que tu...
Bir şey söylemek zorunda değilsin.
Ne dis rien. Tu es pardonné.
- Elektrik şoku vermek zorunda bıraktırma!
Je sors mon taser.
Senden bir bok dinlemek zorunda değilim. Zaten günlük hayatta yeterince dinliyorum.
Tu vas pas me faire chier, j'ai assez d'emmerdes comme ça.
Dinle, Joe. Her ne yapacaksan, yapmak zorunda değilsin.
Écoute, Joe, je sais pas ce que tu fais, mais t'es pas obligé.
Numara yapmak zorunda kalsan bile.
Même si tu fais semblant.
- Yüzüm ağrıyor. Hayatımda bu kadar gülmek zorunda kalmamıştım.
J'ai mal aux joues, j'ai jamais autant souri.
Ödemeyi almaya Metzger'ı Bay Hatto ve karısını ziyarete göndermek zorunda kaldım.
J'ai dû envoyer Metzger à l'étranger, pour rendre une petite visite à M. Hatto et sa femme.
Lütfen, bunu yapmak zorunda değilsin.
S'il vous plait, vous n'avez pas à faire ça.
Şantaj işine bulaşmasan kimseyi bulmak zorunda kalmazdım.
Ben, j'aurais même pas eu besoin d'engager quelqu'un si tu ne t'étais pas lancé dans le chantage.
Ondan sonra Gav peşini bırakmak zorunda kalmış ama yine düşecek.
Gav devait se tirer, mais il va revenir.
Kolaylaşana kadar bunu 1000 defa yapmak zorunda kalabilirsin.
Tu vas devoir le faire 1,000 fois avant que ça soit plus facile.
Bunu asla tek başına yapmak zorunda değilsin.
Tu n'as plus jamais à le faire toute seule.
Sana hiçbir şey söylemek zorunda değilim.
Je n'ai pas à vous répondre.
- Annen bunun parasını ödemek zorunda!
Mamacita devra payer pour ça. Pitié, arrêtez.
Tam da bekleme odasındaki şirin küçük kıza babasının öldüğünü söylemek zorunda kalacağımı düşünmeye başlamıştım.
Je commençais à craindre de devoir annoncer à la gentille petite dans la salle d'attente que son papa nous avait quittés.
Yoksa bu adamlara çocuklara ateş etmelerini söylemek zorunda kalırım.
Je devrai dire à ces hommes de faire feu sur les enfants.
Dinle, artık savaşmak zorunda değilsin.
Tu n'as plus besoin de te battre.
Bir süngü ve bir kutu kibrit kullanıp oğlunun bacağını kesmek zorunda kalacaktı.
Il a amputé la jambe de son enfant avec une baïonnette et une boîte d'allumettes.
Aileler giderek daha zor kararlar vermek zorunda kalıyordu.
Les familles devaient prendre des décisions difficiles.
Ancak, beni başka türlü yapmadığım işleri yapmak zorunda bıraktın!
Pourtant, tu m'as poussé à faire des choses que je n'aurais jamais pensé faire.
İnsanlık kurtulsun diye kendi oğlumu feda etmek zorunda kalacağımı fark ettim.
J'ai réalisé que je devais sacrifier mon fils unique, afin que l'humanité puisse etre sauvée.
Onları da öldürmek zorunda kaldım.
Je les ai tués aussi.
O zamana kadar beni izlemek zorunda kalacaksın. Ah!
Oh, j'en oubliais un autre.
Bunu yapmak zorunda kalmayacağımı umuyordum.
J'espérais ne pas avoir à le faire.
İlla inek olmak zorunda mı?
Il fallait que ce soit une vache.
Kulübe üstünde çalışmam lazımdı, kilidi açmak zorunda kaldım.
Elle était verrouillée.
Tüm miktarı şu an ödemek zorunda değilsiniz.
Il n'est pas question de tout payer tout de suite.