Hattâ перевод на английский
109 параллельный перевод
Hattâ biz, ben ve Amy Lawrence...
For me and Amy Lawrence, when we was...
Dahası, bu pagan kadının, sarayda kalmasına izin veriyor,... hattâ, ona kendi özel odasının yanında, bir yer bile verdi.
Worse, he has even brought this pagan woman to live within the palace, daring to install her in an apartment adjoining his own private chambers.
Hattâ sizin fotoğrafınız bile var.
There is even a photograph of you.
Bana sorarsan, bir amatör işi, hattâ çok çocukça.
In my opinion, the work of a dilettante, even childish.
Hattâ bazen onlar gibi oluruz.
Sometime even their gestures.
Hattâ bana Başkomiser bile dediler!
They even called me "marshal"!
Genç, yakışıklı ve hattâ devrimci biri.
He is young, beautiful and even revolutionary.
Hayatta hiç olmazsa bir kez, hattâ banyoda mutlaka içilmeli.
One cigarette in life, even once in the bathroom, always be smoked.
İyi de, Verringer, Verringer olduğunu inkâr etti. Kocanızın ismini bilmediğini iddia etti ve hattâ kitap kabındaki resmine bakmak bile istemedi.
Verringer denied being Verringer, pretended he didn't know your husband's name and wouldn't look at his picture.
Hattâ onları alkışladım.
I even remember that I clapped.
Hattâ bazen, bir ya da iki grup infaz edildikten sonra sırası gelen grup, ölülerin üzerine yatmak zorundaydı. Ardından mezarın kenarından bunlara da ateş edilirdi.
And sometimes, when one or two rows had already been shot, they had to lie on the people who'd been shot and then they were shot from the edge of the grave.
Birçoğu bu saldırıyı ağırbaşlılıkla hattâ kaygıyla karşılamıştı.
Many had received the notice of the attack the Pearl Harbor sober, until apreensivamente.
Hattâ birçok asker tam olarak hangi kıyıya çıkacağını bilmiyordu.
Most men still did not know the beaches they were going to attack.
Hattâ askerî inzibatın bizi karşılayacağı söylendi.
We were even told the military police would greet us.
Bombalarla, roketlerle, topçu ateşiyle köprülere, demiryollarına, karayollarına, hattâ tek bir at arabasına dahi saldırdılar.
With bombs, rockets and bullets of cannon they had attacked railway bridges, ways, roads. . until an isolated wagon pulled for a horse.
Binlerce hattâ onbinlerce suratsız, şaşkına dönmüş Alman esir alındı. Bazen tek seferde tüm tümen.
Thousands upon thousands of sullen, bewildered Germans were taken prisoner, sometimes whole divisions at a time.
Hattâ, Noel'de evde olma söylentileri ayyuka çıkmıştı.
Indeed, there was talk of being back home for Christmas.
Müttefikler, 1944 sonbaharında 1.600 kilometrelik hat boyunca yayılarak Alman sınırına dayanmış hattâ birkaç noktadan Siegfried hattına girmişlerdi.
That autumn of 1944, the Allies in the west had closed up to the German border along a 1,000-mile front, and had even penetrated the Siegfried line in one or two places.
Hattâ, güzel anlar.
Moments, even, of beauty.
Şimdiye kadar pek çok kere gitmemi, hattâ defolmamı söylediler.
So far I've been told to shove off, get off, and go away.
Hiçbir sendika örgütleyicisi, hattâ hiçbir sendika üyesi bu fabrikanın duvar ve parmaklıkları arkasında on yıldan fazla kalmadı. Okuyorum.
No union organiser, not even a known union member has been inside the fences and walls of this factory for more than ten years.
- Hattâ bir gün maçta bile değilken çok tatlı bir kız gördüm ve kendimi yedek kulübesinin merdiveninden attım.
One day I wasn't even in the game and there was this real cutie there. So I threw myself down the dugout steps. - It worked.
Hattâ içimden bir ses az sonra o kadının ayaklarının yerden kesildiğine şahit olacaksın diyor.
In fact, I have a hunch you're about to see that woman swept off her feet.
- Hayır, hattâ aksi oldu.
- No. Quite the contrary.
Hattâ bir gece aruz veznini ruhsatsız kullanmakla suçlanmıştın.
You were charged with practising iambic pentameter without a licence.
Hattâ sırtımdaki bu çarşaf hariç hiçbir şeyim olmayabilir.
I may not have anything except this sheet on my back.
Hattâ şu anda bana çok iyi gelebilir.
It might do me good right now.
Şiir yazdırıyor, oyun oynatıyor, hattâ seçim ve spor sonuçlarıyla ilgili tahminler yaptırıyor.
Write poetry, play games, make predictions on elections, sports. Sounds like fun.
Hattâ bir keresinde taraf bile tuttum.
In one case, I even took sides.
Delice hattâ mantıksız gelecek biliyorum ama elimde değil Sam, dün gece vakti geldiğinde benim nerede olduğumu merak etmiş olmalı.
And I know, it's crazy and irrational, but, Sam, I can't help thinking that last night, when her time came, she must have wondered where I was.
Hattâ bazen, onlardan biriyle beraberken kalabalığın tezahüratını duyar gibi olurum.
Sometimes when I'm with one, I swear I can hear the crowd cheering.
- Onlar homoseksüel değil. Hattâ bu akşam bir tanesi bana asılmaya çalıştı.
In fact, one of them tried to hit on me.
Gardını düşürüp dertlerini anlatırsın. Park Avenue'da hattâ Columbus'ta bile nasıl başarılı olamadığından bahsedersin.
You talk about your troubles, how you couldn't make it on park Avenue, not even Columbus.
Senden hiç memnun değilim, Mattie. Hattâ çok kızgınım.
I'm not at all pleased with you, Mattie.
Hattâ birkaç günlüğüne deniz kıyısına git.
Go down to the coast for a couple of days.
Hattâ çok kızgınım.
I'm angry.
Hattâ... onu bile.
Including... him.
Benim makyaj malzemelerim, kıyafetlerim, ayakkabılarım ve hattâ iç çamaşırlarım bile.
My make-up, my sweaters, my shoes, my underwear.
Hattâ şimdi roman dahi yazıyormuş.
He even writes books now.
Galeriler reddediyor ve hattâ resimleri açmadan geriye yolluyor.
The galleries won't even look at paintings now.
Her yerdeydiniz. Hattâ rüyalarında bile.
Even in her dreams.
Annesini görmek isterim. Hattâ bir psikoloğun yanında. Eğer isterseniz.
Let me see her mother, with a psychologist, if you want.
Hattâ tamamlamaya bile ihtiyacımız yok.
We don't even need to climax.
Hattâ tam tersidir.
Quite the opposite.
Hattâ bu müzik dinlemek için tek zamanım oluyor.
It's the only time I ever listen to music.
Artık tehlikeli değilim hattâ endişe veren olmadığımı görüyorum.
I'm not dangerous now, nor even perturbing, I see.
Hattâ bazen acılı, korkunç bir görev.
At times, a painful and terrible task.
Bir ev, mal-mülk, hizmetkârlar, hattâ bir maaş.
A house, possessions, servants, and even an allowance.
Hattâ bir kahve bardağında da.
And even on a cup of coffee.
Hattâ bazen onlar da katılıyor.
Sometimes people even join in.
Hattâ ticaret de öyle, bilemezsin.
And businesses too, you know.