Take перевод на английский
514,398 параллельный перевод
125 sayfalık el kitabına dayalı bir sınava girip el işaretleri gibi şeyler öğreneceğim.
I get to take a test based on a 125-page manual. I get to learn things like hand signals. Ooh.
- Koyu içmiyorum sonuçta.
Well, I don't take it black.
Anahtarı camdan dışarı at. Ben de gidip çoğalttırayım.
[Titus] Throw the key out the bathroom window so I can take it to the hardware store.
Hırsızlık. "Bir peni al" yazarken iki peni almak.
Shoplifting. Taking two pennies when it clearly says, "Take a penny."
Titus her şeyi halledecek.
Titus is gonna take care of everything.
İlaçlar, yeleğin ağırlığını hafifletse de insanlar hâlâ ya sıkıldığımı ya da soğuk veya burnu havada olduğumu düşünüyor ama bunların hiçbirini bilerek yansıtmıyorum.
And the medication could take weights out of the vest, but I still came across as either bored or cold or superior, none of which I wanted to come across as.
Antidepresanımı ağzıma attığımı görüyor.
He sees me take an antidepressant, put it in my mouth.
O zaman "Kendime daha iyi bakmalıyım, kendim için yazmalıyım, kendim için stand-up yapmalıyım." dedim.
When that happened, I realized, "I gotta take better care of myself."
Sen de "Sakin ol oğlum, saat sabahın yedi buçuğu." diyorsun.
You're, like, "Take it easy, man. It's 7 : 30 in the morning."
Resmen bacaklarınızı alıp, ayırıp sizi tripod gibi alçaltmamız gerekiyor.
We have to take your legs, pull them apart and lower you like a tripod.
İkile.
Man, come on. Take a walk. "
Yaptıklarının sorumluluğunu üstleniyor. Harika.
So, he's gonna take responsibility for his behavior.
"Neal, paramı alıp götüme sokmamı söylemiştin, hatırlıyor musun?"
"Neal, do you remember telling me to take my money and shove it up my ass?"
"Müzik dinleyin, selfie çekin, vasiyet okuyun." demiyorlar.
It's not like, "Listen to music. Take selfies. Open wills."
Ciğerlerime aldığım oksijen de beni ileriye taşıyor.
[inhales] And I can take the oxygen I get into my lungs and it can carry me forward.
Onu açıp, kafanı içine sokarak hızlıca bir göz atmaya ne dersin?
What say you open it up, stick your head in and take a gander?
Bu saatler sürecek.
This is gonna take hours.
Ne kadar sürdü?
How long did that take?
Al işte sürtük!
Take that, biatch!
Bu evden o silahı çıkaracaksan, kullansan iyi edersin.
You take a gun out of this house, you better be ready to use it.
Çünkü o arabayı alırsak, bizi yakalar ve bizi de sürtükmüşüz gibi becerir.
'Cause if we take that car, he gonna hunt us down and rape our asses like a couple of bitches, too.
Kendi arabamı alamam.
I can't take my car.
Alıyorum.
I'll take it.
Söylediğin gibi katlanır sandalyeleri Jerome'lara gönderdim.
I pulled them lawn chairs to take over to Jerome's like you asked.
Alın, ne varsa.
Here, take what I got.
Buyur, hepsini al... çünkü bunun için vaktim yok.
Just take it all,'cause I ain't got damn no time for this.
Bilirsin, şu an tatili nasıl geçirmemden bir şey eksik olmaması için.
You know, not to take anything away from... how I'm currently spending the holiday.
Kalkış için yeterli olur.
It'll be fine for take off.
Avi'lere giderken otobüs kullanmayalım diye.
So we don't have to take a bus to Avi's.
Antijenik yabancı maddeleri bulamadık, ama toksik raporun tamamı haftalar alabilir.
We haven't found antigenic foreign substances, but the full tox report could take weeks.
- Şuna bir bak.
Take a look at this.
Sanırım bu adamı içeri alıp üzerine gidebiliriz.
I think we should bring this guy in and take a run at him. No.
Hayır. Önce kız arkadaşına bir bakın.
Take a shot at the girlfriend first.
O prensesin bagajını taşıdı dokuz yıldır, - ve daha fazla dayanamadı!
He's carried that Princess's baggage for nine years, and he couldn't take it anymore.
Seni götürebilirim.
I could take you.
Buradan itibaren ben devam ederim.
I'll take it from here.
Sadece beni akşam yemeğine götür ve neler olduğunu anlat.
Just take me back to the dinner, and tell me what happened.
Ölüm cezasını masadan kaldırırsınız, Ben de R. Reddington'u nasıl tedavi edeceğinizi söylerim.
You take the death penalty off the table, and I'll tell you how to cure Raymond Reddington.
Yurtlara kendi doğal demografik yapılarını alma imkânı tanımak öğrencilere kendi yaşam alanlarını oluşturma iftiharı verir. Güvenli bir ortam da diyebilirsiniz.
Allowing dorms to take their natural demographic shape gives students a pride in creating their own enclaves, a safe space, if you will.
- Bir duş alacağım. - Tamam.
- So I'm gonna take a shower.
Al, sosyal medyada öncülük etmeniz için sana ve Siyah AF'ye ihtiyacımız olacak.
Al, we're gonna need you and the Black AF to take the lead on social media.
Edgar Legate benim ve arkadaşlarımın gerçekleştirdiği cinayetler için kullandığımız basit bir isimden fazlası değil.
Edgar Legate is nothing more than a name I employ to take credit for various killings for which I or my associates are responsible.
Onu destekledi, karantinasının sorumluluğunu üstlenmeyi kabul etti, ihtiyaçlarıyla ilgilendi.
He advocated for her, agreed to take responsibility for her quarantine, see to her needs.
Elini tutabileceğim.
I'll take your hand in mine.
Elini tutacağım.
Oh, I take your hand in mine.
Dilimle ve bir buz parçası ile aldatıcı bir şeyler yaparım ve onları alırım.
I'll do something tricky with my tongue and an ice cube and take'em.
Ben de bir tane alırım.
Ooh, I'll take one.
Selam, eve erken geldiğinde bir paket kurabiye alıp eve gitmedin, değil mi?
Hi. Uh, when you were over earlier, you didn't happen to take a bag of cookies home, did you?
Kafamızın güzel olmasını istedin, bizi de kendinle birlikte aşağı çektin.
You just wanted to get high and take us down with you!
Tamam, herkes derin bir nefes alsın.
All right, everybody just take a deep breath.
Garsonu talihsiz bir isimle çağırdım, bir seri isimle aslında ama başka yudum almadım.
I called the waitress an unfortunate name... A series of names, really... but I didn't take another sip.