Uğursuzluk перевод на английский
765 параллельный перевод
Sapasağlam durup bana uğursuzluk getirir.
They hold together and bring me bad luck.
Başına çok uğursuzluk getirecek.
- It's gonna bring you trouble.
Yılan gözü - Hep yek -. ÇN : uğursuzluk işareti
Snake eyes.
Sana uğursuzluk getirdiğimi düşününce neşelenemiyorum.
I can't feel cheerful about being such a hoodoo to you.
O şapka yatakta uğursuzluk getirebilir.
You know, that hat on the bed might be bad luck.
Balıkçı ıskunasında yolcu olması uğursuzluk getirir, biliyorsun.
He's a passenger on a fishing schooner, and you know that's bad luck.
Ben babamın teknesinde yolcuydum... hiç de uğursuzluk getirmedim ona.
I was a passenger on my father's boat and I never brought him no bad luck.
Gemide uğursuzluk olsun istemiyoruz.
We don't want no Jonahs happenings aboard.
Sen kayıkta oturup uğursuzluk edeceksin.
You just sit in boat and be Jonah.
Uğursuzluk getirmeyeceğim, sahi diyorum.
I don't think I'll be a Jonah, honest.
Uğursuzluk!
A bad omen!
Uğursuzluk getirir.
Bad luck.
Yedi yıl uğursuzluk getirir! Hayır, Dandy, sadece yedi yıl değil.
No, Dandy, not 7 years
Uğursuzluk falan umurumda değil, düğünden önce seni görmem gerekiyor.
I don't care whether it's bad luck or not, I've got to see you before the wedding.
Kahire'de uğursuzluk olsun istemem.
Wouldn't want to have any bad luck with Cairo.
Maria Candelaria burada, uğursuzluk salacak.
Maria Candelaria is here, she'll bring misfortune.
Hayır, özel odamda para alış verişini uğursuzluk sayarım.
I have a superstition about money being shown in my private room.
- Uğursuzluk getirir.
- That's bad luck.
Bu tablona uğursuzluk getirecek Basil.
That would be hard lines on your work, basil.
Ağızından uğursuzluk dökülüyor.
Close your mouth. It causes a draft.
Uğursuzluk getirir!
It's bad luck!
Uğursuzluk getirir.
It's bad luck.
Yedi yıl uğursuzluk demek bu.
Hey, that's seven years.
Üstünde uğursuzluk olan bir ekip hep vardır.
There's always some outfit picks up a jinx.
O kadar aşık ki sana, ona uğursuzluk getiriyorsun.
She's so stuck on you that you jinx her.
Bence bunlar görüldükleri yere uğursuzluk getirecek şeyler.
For, I believe, they are portentous things unto the climate that they point upon.
- Bu uğursuzluk.
- It's a jinx, that's what it is.
Bir uğursuzluk var.
Bad luck.
Buraya uğursuzluk getirdi.
She has brought evil spirits.
- Bunun neresi uğursuzluk?
- What jinxing?
Bana uğursuzluk getiriyor.
She put the jinx on me.
Sana ve adamlarına uğursuzluk getirecek, oğlum.
She will bring woe to you, my son.
Bu kadın uğursuzluk getirecek. Gitme, anne.
And to your people!
Ona uğursuzluk getirmedim.
I did him no harm.
Bize uğursuzluk mu bulaştırmaya çalışıyorsun?
- Trying to jinx us all?
Şu alçak Obara bize hep uğursuzluk getirdi.
That dog Obara jinxed us to the very end!
Gemide bir kadının olması uğursuzluk getirir, efendim. Biri uğursuzluk getirirse, beşini siz düşünün artık.
A woman on board is bad luck, sir... and if one is bad luck, imagine five.
Bir kadının makine dairesinde olması uğursuzluk getirir.
It's bad luck to have a woman in the engine room.
"Git" kelimesi bana uğursuzluk getirirdi.
I was jinxed from the word go.
Seninle karşılaştığımdan beri bana hep uğursuzluk getirdin.
You've been ajinx to me ever since I met you!
Tapınağa gitmek değil hakkında konuşmak bile uğursuzluk getirdi.
Even talking about visiting a temple can bring bad luck.
Gergedan işinde bir uğursuzluk olduğunu düşünmeye başladım.
I'm beginning to think we got the jinx on us about rhino.
- Uğursuzluk da bitti.
- That's the end of your jinx.
Uğursuzluk bitti.
This breaks the jinx.
Uğursuzluk getirme. Daha üçüncüyü kazanmadım.
Don't jinx me, I haven't won the third one yet.
Kadınların gemiye neden uğursuzluk getirdiği belli oldu... Tanrıları kızdırdığı için falan değil.
No wonder why a woman is taboo on a ship... it's not because the gods are jealous of them!
Uğursuzluk alameti.
A bad sign.
İster inanın, ister inanmayın elbiseyi ona göstermenin hâlâ uğursuzluk getireceğine inanıyorum.
I still think it's bad luck to show him that dress... surprise or no surprise.
Gezinin üstünde bir uğursuzluk vardı.
The whole trip has been hoodooed.
Onun yaşamına uğursuzluk getiremeyeceğimi hissediyordum.
I felt I couldn't possiblyjinx his life.
Uğursuzluk getiriyor.
She's a Jonah.