Vaktim перевод на английский
7,549 параллельный перевод
Seni Knick'e götürmek için fazla vaktim yok.
All right, come on. I'll have you to the Knick in no time.
- Tamam vaktim var.
- Okay, I've had time.
Seni bu konuda sıkkın olduğunu anlayacak kadar uzun zamandır tanıyorum, ve 7'ye kadar vaktim var.
I've known you long enough to know you're upset about it, and I don't have to be anywhere till 7 : 00.
Benim eve gitme vaktim geldi.
It's, uh... it's time to go home.
Kralınla konuşmak istiyorum ve kaybedecek vaktim yok.
I want an audience with your king. And I have no time to waste.
Buna vaktim yok Rochefort.
I have no time for this, Rochefort.
Ne zamandan beri yatma vaktim var?
Since when do I have a bedtime?
O kadar vaktim yok.
I don't have that time.
Evi halktan kimseye gösterecek vaktim de olmadı.
Consequently, I haven't time to show the house publically.
Bak, "Kim kimle konuştu" oynamaya vaktim yok.
Look, I don't have time to play "who spoke To who."
Böyle eğlenceler aramaya ne vaktim ne de param var.
I have neither time nor the money to seek such diversions.
Evet efendim vaktim el verdiğinde gerekeni yapacağım.
Yes, sir, an'I mean to do right by'er when I can afford it.
- Ziyafet çekmeye vaktim yok.
I've no time for feasting.
Bu aralar oynamaya vaktim yok.
I've no time for cards these days.
D'av belgesiz burada kalamaz biliyorum ama işler arasında konuşmaya vaktim olmadı.
I know D'av can't stay here without papers, but I haven't had a minute between gigs to talk to him.
Artık gerçeği bildiğine göre, benim gitme vaktim geldi.
And now that you know the truth... it's time for me to go.
Senin yumuşak kalpli sempatilerine ayıracak vaktim yok.
I have no time for your soft-hearted sympathies.
Kat planlarını ezberlemek için vaktim yok.
I don't have time to familiarize myself with the office floor plans.
- Buna ayıracak vaktim yok.
I don't have time for this.
Buna ayıracak vaktim yok.
I don't have time for this.
İyi valla, keşke benim de bu kadar boş vaktim olsa.
Nice of your school. Wish I had as much time off.
- Fazla vaktim yok.
- I don't have much time.
Pierce oraya gelmeden ve siz işlerin içine sıçmadan önce ne kadar vaktim var?
How long do I have before Pierce gets there and you guys fuck everything up?
Mobile'e gidecek vaktim yok. Asıl Mobile'e sen git.
I don't have time to go to Mobile.
- Vaktim bol.
I'd really love to do it next weekend but that's... sorry... that's Connie's shower. - I am wide open.
Joanne, bunu konuşmak istiyorum ama şu an gerçekten hiç vaktim yok.
I really want to talk about this, but I don't have the time right now.
Bunun için vaktim yok.
I do not have any more time for this.
Ash, artık yaptıklarımın sorumluluğunu alma vaktim geldi.
Ash, it's time for me to take responsibility for my actions.
- Sanırım Maine'e dönme vaktim geldi.
I guess it's time I went back to maine.
- Ne kadar vaktim kaldı?
- What am I looking at?
# Bir yerde kalacak kadar da boş vaktim
# And leisure time to sit awhile
Vaktim yok ki.
I ain't got the time.
Vaktim olmadı.
I didn't have time.
- Fazla vaktim yok.
Well, I don't have much time.
- Vaktim sınırlı.
- I have a shelf life. - I am aware.
Yeterince düşünecek kadar vaktim oldu.
I had time to think about a good deal.
- Hayır, vaktim yok.
- No, I don't have time.
Çok sık Atina'ya gittiğinden, benim de boş vaktim bol.
He is much in Athens.
Oyun oynamaya vaktim yok.
I don't have time for games.
Ve bunu için vaktim yok.
And I don't have time for this.
Ama kimseye ders verecek vaktim yok.
- [clears throat] - Oh! But I don't have time to tutor anybody.
Sanmak bana göre bir şey değil. Buna vaktim yok.
I don't have time to give myself to fancy.
Bence belirlenmiş dallama olma vaktim geldi.
And I think it's time I be the designated asshole.
Hiç vaktim yok.
I don't have the time.
Çocuklar yüzünden pek vaktim kalmıyor.
- Well, I don't have time with the kids.
Vaktim bol.
I got nothing but time.
Bunun için vaktim yok.
I don't have time for this.
Selam, uzun konuşacak vaktim yok ama haberlerim var.
Hey, I just have a minute, but I got some news.
İkisine de vaktim yok.
There's no time for either.
- Yüzme vaktim geldi.
It's time for my swim.
Vaktim neredeyse doldu.
My time is almost over,