Yasayacak перевод на английский
3,406 параллельный перевод
Bu kan davası yaşayacak sadece birkaç günü kalan bir adamın sonu olmuş.
This Mobley / Babcock feud killed an old man who just wanted to live out a few more days.
Yaşayacak mı?
Will he live?
Yaşayacak bir yer bulur bulmaz, eşyalarının geri kalanını yollayacağım.
As soon as you find a place to live, I'll ship you the rest of your stuff.
Arabanı satınca, hiç değilse bir otelde iki hafta yaşayacak kadar paran olur.
And you'll get enough cash from selling your car to get you through at least two weeks in a motel.
Mars'ta yaşayacak, gelecekteki insanlar için en büyük zorluklardan biri radyasyonlu ortam olacaktır.
One of the challenges of living on Mars for future humans will be the radiation environment.
Şayet merak ediyorsan, Diego yaşayacak.
In case you're interested, Diego is going to survive.
İki saat içinde sizin kararınızla ya yaşayacak ya da ölecek.
In two hours time she lives or dies as you dictate.
Küçük şeytan Bart, gençlerin babalarının gerizekalı olduğunu düşündükleri zamanları yaşayacak.
So, Bart, the little dickens, is going through that phase where young boys think their dad's an idiot.
Müşterimiz olan 28 yaşındaki bir kız yaşayacak ve bu, buradaki çoğu kişinin düşündüğünün aksine iyi bir şey.
Our client, a 28-year-old girl, is going to live. And despite popular opinion around here, that is a good thing.
Senin ne kadar barbar bir insan olduğunu söylediğim zaman biricik Kent'in fena bir aydınlanma yaşayacak.
Oh, well, your precious Kent is in for a crude awakening when I tell him what a horrible person you are.
Hayatının sonuna kadar bu izle yaşayacak.
He's gonna be scarred up for the rest of his life.
Tanrım, bu şey sonsuza kadar yaşayacak!
[Laughs] God, this thing will live forever!
Şimdilik yaşayacak.
He lives for now.
Seninle sahiden ölene kadar mı yaşayacak?
He lives with you until he actually does die?
Büyükanneler çok iyi bir tutum sergilediler ve iki oğlan ise... Çok uzun bir zaman bizimle yaşayacak desek yeter.
The grandmas were on their best behavior, and the two boys- - well, let's just say, they're gonna be living with us for a long, long time.
Ben her zaman sonsuza kadar yaşayacak diliyorum.
I wish you a long life.
Sen bana bir görev vereceksin. Ben de gidip onu yapacağım. Sonra da sonsuza dek yaşayacak mıyım?
You give me a task, i will do it, then I get to live forever.
Eğer o hatun polise giderse problem yaşayacak sen değilsin.
You're not the one with the problem, if this chick goes to the cops.
Yaşayacak bir yer bulacağım.
I'll find a place to live. I've got, um...
Hayatının sonuna kadar seninle yaşayacak bir kötülük.
An evil that will live with you the rest of your days.
Dükkân sahibi yanmış, ama yaşayacak.
Well, the owner is singed, but he'll live.
Aslında yaptığım şey, ona yaşayacak bir yer bulmak oldu.
In fact, what I did, I found her somewhere to live.
Los Angeles'a gidecek, iğrenç bir dairede yaşayacak yalnız, korkmuş ve garip hissedecek.
She's gonna to go to L.A. And live in some shitty apartment and feel scared and sad and lonely and weird all the time.
Ya erkek gibi yaşayacak ve okulda her gün şiddet görecek ya da kız gibi yaşayacak ve depresyona girip kapana kısılmış gibi hissedecek?
I mean, she lives like a boy and she risks getting the crap kicked out of her at school every day, or she lives like a girl and has to face the angst and depression of being caught in the wrong body?
Özel hayatına fazla müdahale riskiyle birlikte onunla beraber yaşayacak kadar onu iyi tanıdığını hissediyor musun?
At the risk of being too involved in your personal life, do you really feel you know her well enough to move in with her?
Taylor'ın yaşayacak fazla vakti kalmadı diyorum. Ve o ölürse, her şey Lucinda'ya kalır. Sense onun bunlarla ilgisi olduğunu asla kanıtlayamazsın.
I'm saying that Taylor does not have much longer to live, and once she dies, Lucinda inherits everything, and you'll never be able to prove that she had anything to do with it.
Çok kibar bir ingiliz tarzıyla ne demeye çalıştığını görüyor musun, nikâhsız yaşayacak mısınız?
Aha! You see, what he's trying to say in a very polite English way is, will we be living in sin?
Kalplerimiz hep hazır olsun. Sonsuza dek yaşayacak olan şefimiz gibi görevimizin ortasında çağrılacak olursak.
May our hearts be always ready if we should be summoned before our Eternal Chief in the midst of our labors.
Kıyafetini derhal arındırmalıyız yoksa karbondioksit zehirlenmesi yaşayacak.
We have to purge his suit immediately or he'll enter hypercapnia.
Çünkü yaşayacak.
Because she's going to live.
Şimdi o hayal, hayalciden daha fazla yaşayacak ve hiç ölmeyecek.
Now the dream outlives the dreamer and can never die.
Bu kadın 40 yıl daha yaşayacak.
This woman's gonna live for another 40 years.
Aydınlanma yaşayacak. Hayatta en önemli şeyin ne olduğunu söyleyecek ailesini isteyecek.
He'll have epiphanies, he'll tell you what really matters in life, ask for his family.
Ama yaşamasına izin verirsek sonsuza kadar bu acı ile yaşayacak.
But if we let him live, he'll live with that pain forever.
Bizim de yaşayacak bir hayatımız var.
Okay, we have our lives to live too.
Benim yaşayacak bir yerim bile yok, Kenneth.
I don't have a place to live, Kenneth.
Gerçekten yaşayacak bir yerin yok mu?
You really don't have a place to live?
Sonra beni evlerine aldılar. Avluda çalışan birinin ailesi, sonra da bir diğeri. Bay Moray burayı Paradise yapınca da bana yaşayacak bir yer sağladı.
And I was taken in, by one of the yard-men's families and then another, until Mister Moray turned Emmerson's into the Paradise and gave me a place for life.
Demek istediği şu ki ; Bir kere evlendin mi, O nerede yaşayacak?
What he's trying to say is, once you're married, where's he gonna live?
Japon balığı yaşayacak mı?
Will the goldfish live on?
- Ömrümün sonuna kadar benimle yaşayacak, kendi ellerimle bir kötülük yaratacağımı söyledi.
- what are the repercussions? - He said that I would be creating an evil of my own making that I would have to live with for the rest of my days.
Yaşayacak birçok şeyi olan genç bir kızsın.
You're a young girl with everything to live for.
Bu genç kadının geleceği ve yaşayacak çok şeyleri olan bu kadınlar için.
I want to go down fighting for something that I believe in, for this young woman's future, and- - and these women who have so much to live for.
Senin hala uğruna yaşayacak şeylerin var.
You still have something to live for.
Kazanan, bir panda gibi yaşayacak ; hiçbir şey yapmadan yiyip, içip, yatacak.
The winner gets to live like a panda... eat, sleep, eat, sleep.. doing nothing
Senden daha fazla yaşayacak, gerçi pek fazla da değil.
He'll live longer than you, but not by much.
Hayatım boyunca annemin evinde yaşayacak halim yok.
I'm obviously not going to live in my mother's house for the rest of my life.
Kore'de kalacaksa muhtemelen Kim Do Jin'le yaşayacak.
If he's staying in Korea, he's probably living with Kim Do Jin.
Yaşayacak çok şeyin var Marshmallow!
You have so much to live for, Marshmallow!
Yaşadığımız sürece kalbimizde yaşayacak demek.
They'll last in our hearts as long as we're alive.
Ama bak, Marvin birçok ilk yaşayacak daha.
But, listen, there will be plenty of other Marvin firsts.