Creak Çeviri Türkçe
138 parallel translation
Ethne, you'll never creak.
Ethne, sen hiçbir zaman gıcırdamayacaksın.
We shall creak with the best of them.
Diğer herkes kadar gıcırdayacağız.
Gone are the ring ofhooves, the creak of wheel.
Geçmişte kaldı toynak sesleri, tekerlek gıcırtıları
Walls creak and the windows squeak... and things rattling'all night long.
Duvarların ve pencerelerin gıcırtısı... ve gece boyunca şıkırdıyan şeyler.
I ache and creak in every bone.
Kemiklerim ağrıyor ve çatırdıyor.
This is a very old house. Things creak.
Burası çok eski bir ev, herşey gıcırdıyor.
The floorboards creak too much.
Parkeler çok fazla gıcırdıyordu.
Why did it creak open when Christine came towards it?
Christine girdiğinde niçin gıcırdayarak açıldı?
Your frame begins to crack and creak
Bedenin zayıf düşer
I've never heard bones creak like that.
Böyle gıcırdayan kemik görmedim.
The floorboards upstairs creak, so do a quick wash up...
Üst kattaki döşemeler gıcırdıyor, hızlıca yıkan...
The room started to sway, to shiver and creak, his horrid insanity had reached its peak.
Odada başladı soğuma, gıcırdama ve titreme, Ulaşmıştı tepeye korkunç delirme.
Language is the creak on a stair, it's a spluttering match held to a frosted pane, it's a half-remembered childhood birthday party.
Merdivendeki gıcırtı, buzlu camdaki söndü sönecek kibrittir. Yarım yamalak hatırladığınız doğum günü partinizdir.
Creak.
Gıcırt.
- He needs to feel the branch creak. - Yes, sir. - Ready?
Biraz köşeye sıkışsın bakalım.
You don't see Doc opening me up every time my joints start to creak.
Doktorun yardımı olmadığında her zaman eklemlerim gıcırdamaya başlar.
Police Chief Andrew Rademacher of the downtown branch said the victim... Five year old Danielle Huxton, had been playing at the creak near her home.
Polis amiri, beş yaşındaki kurban Danielle Huxton'ın olay sırasında evinin önünde oynadığını söyledi.
And it doesn't creak!
Ve gıcırtı yok!
There's a Polar Bear swim in Mill Creek at dawn.
Mill Creak'te şafak vakti kutup ayısı yüzüşü.
You're letting your pen creak.
Kalemi gıcırdatıyorsun.
The creak of the skiff powering forward, cutting arrow-straight through the still river.
Çarşaf misali nehri bir ok gibi delen... istifin çıkardığı gıcırtı, ağaçların arasında eko yapıyordu.
Now, Shakespeare had abandoned Anne and the kids years before, and had only come back home to Stratford when his bones had started to creak.
Shakspeare, Anne ve çocuklarını yıllar önce terk ettikten sonra, kemikleri sızlamaya başladığı zaman Straford'a dönmüştü.
The door did not creak, no flicker has been there in the fire...
Her şey susmuş bu sabah, buralara keder doluyor
- Want to dangle his job? - Yeah. Let him hear the branch creak.
İşlerini kesintiye mi uğratmak istiyorsun?
The ice is alive and you can hear it creak and groan... as it all inches very slowly towards the sea.
Buzun yaşadığını çatırdamasından anlayabilirsiniz. Çünkü çok ağır bir şekilde denize doğru hareket ediyor.
He was called Little Creak. And he seemed different from the rest.
Onun adı Küçük Dere'ydi ve diğerlerinden farklı görünüyordu.
- The parquet doesn't creak.
- Parke gıcırdamıyor.
- It doesn't creak....
- Gıcırdamıyor.
When the cryptos creak and the tombstones quake
Mezarlar gıcırdadığında mezar taşları titrediğinde
First a creak or two, your knees perhaps and, bingo!
Önce bir iki gıcırtı, dizlerde belki.
My elbow doesn't creak!
Dirseğim çatırdamıyor!
O'er the night, the warriors waited, sword and shield in ring wrapped grasp. Then the fiend of bog and brine reached those doors of ten mers weight,... bade it creak by breath alone.
Savaşçılar, kılıç ve kalkanları ellerinde, bütün gece beklediler, sonra şeytan 10 adamın beklediği kapılara vardı.
♪ Creak, bang and boo!
Gıcırtı, bam ve bumları!
- Your beds creak Monsieur.
- Yataklarınız gıcırdıyor, mösyö.
- And creak?
- Ya gıcırtını?
- Creak! You're creaking.
Gıcırdıyorsun.
My knees creak when I walk.
Yürürken dizlerim çatırdıyor.
Uh, gets into the wood and makes it expand and creak.
Sıcaktan ağaçlar genleşir ve gıcırdayıp ses çıkarırlar.
Every little creak he heard was a monster.
En küçük çıtırtıda kocaman bir canavar sesi duyardı.
Oh, the ship ploughs through the waves, rising and plunging, her timbers creak.
Oh, gemi dalgalara giriyor, güverteden içeri su sızıyor.
Did you hear that creak?
Tıkırtı duydun mu?
- No, that was a creak. It creaks.
- Hayır, bir tıkırtı var.
Preassure is making the suit creak.
Basınç elbisenin gıcırdamasına neden oluyor.
( creak ) and here I thought ray and I were the last married people On earth to go to prom together.
Ray ve benim, mezuniyete beraber giden dünyadaki son evli çift olduğumuzu düşünürdüm.
- ( Loud creak ) - Hm. That needs sorting.
Biraz bakım gerekiyor.
I moved to creak, as the old job.
Eski bir cübbe gibi dereden geçiyordum.
( creak ) and here I thought ray and I were the last married people On earth to go to prom together. I can actually do you one better.
Ray ve benim okul balosuna giden dünyadaki son evli çift olduğumuzu sanıyordum.
The stairs creak
Dikkat et, merdivenler gıcırdıyor.
They creak.
Gıcırdıyorlar.
I should probably tell you that we had a lot of leftover parts when we built this bed, so if you hear a creak you better jump off of there right away.
Genç olmalı. Sütyen giymiyor.
[creak! ] Oof!
O kalbi öpeceğim şimdi!