Zorundaydım Çeviri İngilizce
5,038 parallel translation
Gerçeği öğrenmek zorundaydım.
Had to find out the truth.
Oyun dışına çıkarmak zorundaydım.
I had to put her in time-out.
Ama o gece geç saate kadar çalışmak zorundaydım, bu yüzden Morris'ten istedim.
But I had to work late that night, so I asked Morris to do it.
Kendim kesmek zorundaydım.
I had to cut it out myself.
Olmak zorundaydım.
I've had to be. I mean,
Çabucak dönüp kanını akıtmak zorundaydım.
I had to hurry to get back and bleed it.
Beni neden vurdun? Neden ölmek zorundaydım?
"Why did you shoot me?" "Why should I die?"
Neden ölmek zorundaydım?
"Why should I die?" "Oh, what?"
Koro kostümümü almak zorundaydım.
I had to get my choir robe.
Cedric ile Lizzie'nin odasında oturuyorlardı. Ben de mutfakta beklemek zorundaydım.
Cedric and her were in Lizzie's bedroom while I must've stayed in the kitchen.
Doğru değildi ama yine de kocama söylemek zorundaydım.
It wasn't true, but I had to tell my husband.
Evet, zorundaydım, biliyorsun, bütün mesele işte bu.
Yeah, I had to, you know, that's the whole point.
Biraz zaman kazanmak zorundaydım.
I had to do some time.
Sonra eve dönmek zorundaydım.
And then I had to go home.
Henry'e söylemek zorundaydım.
I had to tell Henry.
Ancak ilk olarak, kimliğinizi doğrulamak zorundaydım.
But I had to confirm your identity first.
Zorundaydım.
I had to.
Küçükken ben de zatürreeye yakalanmıştım ve yaklaşık iki hafta TV izlemek zorundaydım.
I had pneumonia when I was little and I had to watch TV for, like, two weeks.
Bu şansı ona vermek zorundaydım.
And I had to give him that.
Üzgünüm, hemen çıkmak zorundaydım.
Sorry I had to run out.
Ama bilmek zorundaydım, çünkü o böceklerin sebepsiz yere ölmesi çok korkunçtu.
And I had to know, because it was horrible that all these beetles should be dying for no reason.
Ona karşı nasıl hissettiğimi kanıtlamak zorundaydım.
You know, I was supposed to prove how I felt about her or something.
Gitmek zorundaydım.
I had to get it out. It was hard.
Delirmemek için bir şeyler yapmak zorundaydım.
I have to find some way to keep myself from going crazy.
Sana bir şey getirmek zorundaydım.
I had to bring you something.
Yaşamak için karar vermek zorundaydım.
I had to make the decision to live.
Kurban olmayı bırakıp, olmadığım biri gibi davranmayı bırakmak zorundaydım.
I had to make the decision to stop being a victim, to stop trying to be somebody I knew I wasn't.
İçimde yaşamaya değecek bir şeyler var mı öğrenmek zorundaydım.
I needed to know what was worth saving about me.
Erkekliği hakkında endişelenmeye başladığında onu durdurmak zorundaydım.
He didn't know. I had to stop him when he started worrying about his manhood.
Geçmek için ipte yükselmek zorundaydım, doğru mu?
I just had to get up the rope to pass, right?
Yapmak zorundaydım.
I had to do it.
Eve geri dönmek zorundaydım.
I had to come back home.
Denemek zorundaydım.
I had to try.
Bir şey söylemek zorundaydım.
I had to say something.
Baban vefat etti ve hayatıma devam etmek zorundaydım.
Your father died and I had to move on.
Onlara doğruyu söylemek zorundaydım.
We have to tell him the truth.
- Burada ki her şeyle ilgilenmek zorundaydım.
I've had to take care of everything around here. I know... on your own. - Yeah.
Savaşmak zorundaydım.
Ah, I have to fight.
Başkan ile olan ilişkimi korumak zorundaydım.
I had to protect my relationship with the President.
Ben de şirketimin menfaatlerini düşünmek zorundaydım.
And I had to keep my company clean of it.
Ki bu yüzden hikâyesini değiştirmek zorundaydım.
I had to make her change her story.
Seni kurtarmak için onu imha etmek zorundaydım.
To save you, I had to destroy it.
Size biraz zaman kazandırmak zorundaydım.
I had to buy you guys some time.
Yoluma devam etmek zorundaydım.
I got to keep on the road.
Şirketimin menfaatlerini düşünmek zorundaydım.
I had to keep my company clean of it.
Dinlenmek zorundaydım.
I had to rest.
Kızım yanıt vermemi istemedi ama vermek zorundaydım.
She didn't want me to respond, but I had to.
Bulmak zorundaydım.
I had to.
Ne komik değil mi ; Önceden sen beni korumak zorundaydın şimdiyle ben seni korumalıyım.
Isn't it funny how you had to protect me and now I have to protect you?
Seni buraya getirmek zorundaydım.
I had to bring you here.
Yaptığı şeyi mazur görmüyorum, ama bir şeyler yapmak zorundaydı.
Look, I'm not condoning what she did, but she had to do something.