Zorundaydın Çeviri İngilizce
1,810 parallel translation
Parıldayan yumurtayı almak zorundaydın, değil mi?
You had to pick up the glowing egg, didn't you?
Yapmak zorundaydın.
You had to.
Neden bu işi mahvetmek zorundaydın ki?
Why do you have to screw this up?
Yapmak zorundaydın.
We had to do it. Doesn't mean I have to like it.
Öldürmek zorundaydın.
You had to kill him.
Kararına güvenmek zorundaydın Ziva.
You've got to trust your judgment, Ziva.
Ve sen benim bir sene çıktığım kişiyle yatmak zorundaydın!
And you have to sleep with the one that I dated for a year!
Ted'i hatırlatmak zorundaydın, değil mi?
You had to mention ted, didn't you?
Birinden vazgeçmek zorundaydın.
So something had to give.
Bunu bilmek için orada olmak zorundaydın diyelim.
- Guess it's just one of those things where you had to be there.
Başka çareniz yoktu, Onu tedavi etmek zorundaydınız.
You had no choice, you had to treat him.
Bir şeyler söylemek zorundaydın.
You had to say something.
O anı kurtarmak zorundaydın.
You were caught up in the moment.
Ev koruma işini sağlama almak zorundaydın.
Got to make sure you're out of the home-protection business.
Yeniden birleşmeye gelip de hepimize bunları bir daha yaşatmak zorundaydın. Ne?
You would have to come to the reunion And make us go through it all again.
Dick sırtını dinlendirmek için bugünü mü seçmek zorundaydın?
How'd you let manny rope you into showing this place anyway? Isn't that his job as apartment manager?
Bir de bunu yapmak zorundaydın.
You got to go and do this!
Kongreye aday olmak zorundaydın değil mi? büyük gösteriş.
You big show-off.
Ayrıca da basın toplantısında doğaçlama mı yapmak zorundaydın?
And that improvised press conference?
Çünkü bu herifi öldürmek için savaşmak zorundaydın, değil mi?
Because you had to fight to kill that guy, huh?
Neden babamı öldürmek zorundaydın?
Why did you have to kill my father, huh?
Ve eğer Kate sana dokunursa kendini silmek ve bit spreyi kullanıyormuş gibi yapmak zorundaydın.
If Kate even touched you, you'd have to wipe it off... and spray with disinfectant to get off the cooties.
Bana gelmek zorundaydın, çünkü yakalandın.
The reason you came to me is because you got caught.
- Ve içmek zorundaydın?
And that was necessary?
Bunu yapmak zorundaydın değil mi?
You had to, didn't you?
- Çok üzgünüm, baba. Umarım Marlene teyze beni affeder, ama bunu yapmak zorundaydım. Yapmak mı zorundaydın?
- I'm so sorry, Dad... and I hope aunt Marlene will forgive me, but it was something I had to do.
Yaşamak için anılarınızın bir bölümü olmak zorundaydım.
I had to become part of your memories in order to survive.
Babasıyla ülke dışına seyahate çıkmak zorundaydı. Buraya birbirimize veda etmeye geldiğimizde birbirimizi bir yıla yakın bir süre göremeyeceğimizi biliyorduk.
She had to go abroad first with her father, and when we came to say goodbye we knew we wouldn't see each other for almost a year.
Babasıyla ülke dışına seyahate çıkmak zorundaydı. Buraya birbirimize veda etmeye geldiğimizde birbirimizi bir yıla yakın bir süre göremeyeceğimizi biliyorduk.
She had to go abroad first with her father and when we came to say goodbye we knew we wouldn't see each other for almost a year.
- Mümkün tabii, şirket kendi tohum çeşitlerini ve tohumlarını desteklemiş olabilir ama söylediğim gibi hükümet artık olay çığrından çıktığı için yetki vermek zorundaydı.
It is possible that the company, let's say, promoted its varieties and its seeds and, as I told you, the government had to react after the fact to authorize what was already a reality.
60'lı yıllarda, bir kadın, evlenip, yuva kurmak zorundaydı.
Early'60s, a woman was expected to marry, have a family.
Denemek, ve kendinle ilgili sırrını sana çözdürmek zorundaydım.
SO I HAD TO TRY AND MAKE YOU DESTROY THAT MYTH YOURSELF.
Bence daha fazlasını beklemek zorundaydı.
I think he had to be expecting more than that.
Üçüncü sınıftayken, blok flüt çalmıştım fakat sınıftakilerin hepsi bunu yapmak zorundaydı.
- Well, in the third grade, I played the recorder, but, like, every class had to do that.
Başkanın beni gönülden kabul etmesi için öncelikle gerçek torunu bulmak zorundaydık.
To do that, we have to first find the real granddaughter before the President is willing to accept me.
Lexi ile birlikte alışverişe çıktığını söyledi. Ben çalışmak zorundaydım ve 7'ye kadar hiç eve gidemedim.
She said she and Lexi were going shopping I had to work, so I didn't get home till around 7 : 00.
Destruction grubunun albüm kapaklarını gördüğümüzde fişeklikler vardı, biz de o çocuklar gibi görünmek zorundaydık dostum.
Even for our appearance, we found something. In Destruction's album saw bullet belts.
Karısının depresyon hastalığı vardı. Ve her şeyle ilgilenmek zorundaydı.
His wife had bouts of depression, and he had to take care of everything.
Her gün yataklarını toplamak zorundaydılar.
They had to make their beds every day.
Yaptığının bedelini ödemek zorundaydı.
He had to answer for what he did.
Müşteri için bir arabayı hazırlamak zorundaydım. Donna'nın karıştığını mı düşünüyorsunuz?
I was first one on the lot.Had to prep a car for a customer.
Yara bandını bir anda çekmek zorundaydım.
I just had to rip the band-Aid off.
Sonuçta, kocası kör olan bir kadın... Neden, güzel olmak zorundaydı ki? ...
After all, what woman needs to be beautiful... when her husband is blind?
Hayır. Mükemmel olmadan önce her biri kung fu'nun sırlarını öğrenmek zorundaydı.
They each had to learn the secrets of kung fu before they became excellent.
Mantis her enerji parçasını bir arada toplamak zorundaydı.
Mantis had to summon every ounce of chi he could muster.
Mürettebat kapalı araçlarının içinde uzayda hızla ilerlerken içeride Dünya'dakine benzer atmosfer koşullarını korumak zorundaydılar.
Crews hurtle through space in their enclosed craft... desperate to maintain the Earth-like atmosphere inside.
Bu nedenle havalandırma sisteminin bütün bu kirliliği dışarı atmasını beklemek zorundaydık.
So we had to just wait for the air handlers... to scrub all of this contamination out.
Sonuç olarak içerdeki havanın bir kısmını dışarda bırakmak ve içerde yer açmak böylece kapaktan emekleyerek geri girmek zorundaydı. Ama bugün bile aynı şeyi söyler.
Ultimately, his response was to let a little bit of the air out... and just deflate the thing enough... so that he can crawl back in through the hatch.
Yani madenciler bulduklarını dışarıya taşımak zorundaydılar, değil mi?
I mean, the miners, they had to get their stuff out somewhere.
Zihni ona yazmasını söylüyordu ve o bu savaşı bir saniye bile kaybetmeden yazmak zorundaydı
He had to do it when his mind dictated, he couldn't put it off a single second.
Kafatasını delerek küçük bir zıpkın aracılığıyla beynine ulaşmak, zorundaydı.
He had to perforate the skull and reach the brain, with something like a small harpoon.