Vakit Çeviri İspanyolca
25,286 parallel translation
İyi vakit geçirmek için buradayız değil mi?
Venimos aquí a divertirnos, ¿ no? Sí, señor.
Kusura bakma Conrad, vakit yok.
Lo siento, Conrad, no hay tiempo.
Yeni bir sosyal mühendislik saldırısına hazırlık yapacak vakit yok.
No hay tiempo para otro ataque de ingeniería social,
- Tamamıyla vakit kaybıydı Terry.
- Es una completa pérdida tiempo, Terry.
! - Hiç iyi bir vakit değil bu Ray.
No es un buen momento, Ray.
Biraz daha vakit lazım.
Solo necesito más tiempo.
Güzel vakit geçirdim.
Ha sido una velada encantadora.
Bir reklam arası için iyi bir vakit. Hemen döneceğiz.
Seguramente es un buen momento para una pausa.
- Vakit kaybı. - Öyle mi?
- Es una pérdida de tiempo.
Vakit ayırdığınız için sağ olun Bay Campos.
Gracias por su tiempo, Sr. Campos.
Seninle vakit geçirmeyi seviyorum.
Me encanta estar contigo.
Vakit geldi patron.
Es la hora, jefe.
Bir parçamın, yaptıkları yüzünden bunu yapmak istediğini biliyordum ama... O vakit geldiğinde bir şeyin beni durduracağını düşünmüştüm. Ama durdurmadı.
Siempre supe que una parte de mí quería hacerle eso por lo que ella hizo, pero... supuse que llegado el momento, algo me detendría... pero no fue así.
Bir miras bırakmak niyetindeyim. Bunun standardı Tanrı tarafından çizilmiş. Dünyayı ve insanoğlunu kendi suretinden yarattığı vakit.
Mi intención es dejar un legado con los parámetros que Dios dispuso cuando creó la Tierra y al hombre a Su imagen y semejanza.
Biraz vakit alacak.
Esto tomará tiempo.
Kendimize vakit ayırırız olur mu?
Tomarnos tiempo para nosotros mismos, ¿ sabes?
O vakit gerekeni yaparız.
Entonces, haremos lo que tengamos que hacer.
- Ailecek hoşça vakit geçirecektik?
Un momento familiar, ¿ verdad? Yo no estuve de acuerdo.
- Anlaşmadık. Bizimle hoşça vakit geçireceğine o telefonda ne buluyorsun hiç anlamıyorum.
No lo entiendo, ¿ qué tiene de especial tu móvil que prefieres sentarte a mirarlo a pasar estos momentos con nosotros?
Tuhaf ama iki saat birlikte vakit geçirmemize rağmen şu an kalabalıkta görsem tanımam.
Qué raro. Estuve con ella dos horas, y no sabría reconocerla.
- Ne kadar öfkeli olduğumu yansıtmak için büyük harfle yazıyorum ama her harften önce "shift" e basmak aşırı vakit alıyor.
Más o menos. Quiero usar todas las mayúsculas para que se vea cuan enfadado estoy... pero me cuesta muchísimo pulsar la tecla "Shift" antes de cada letra.
İraden dışında tutulunca vakit farklı akıyor, değil mi?
El tiempo pasa de forma diferente cuando te encierran contra tu voluntad, ¿ no?
Belki eskiden yoktur ama karanlıkta yeteri kadar vakit geçirdiğinde bir adam değişebilir.
Bueno, a lo mejor no solía serlo, pero con bastante tiempo en la oscuridad - un hombre puede cambiar.
Gazı kesme istasyonuna gitmek için bir yolumuz yok ve vakit daralıyor.
No tenemos ninguna manera de llegar al punto de corte de gas y el reloj no se detiene.
Zaten kaderimizde olandan daha çok birlikte vakit geçirdik.
Ya hemos tenido más tiempo del que estábamos destinados.
Vakit geldi sayılır.
Casi es la hora.
Walt, daha fazla vakit lazım bana.
Walt, necesito más tiempo.
-... bize biraz vakit ver iki... - Mick için çalışıyoruz.
Estamos con Mick.
"Vakit doldu."
"El tiempo se acaba".
"Vakit doldu." Ne demek bu?
"El tiempo se acabó"...
Yani "vakit durdu." kollar bir ve üçte.
Significa "el tiempo se acabó", y las manecillas marcan el 1 y el 3...
Danny'nin oğlumla vakit geçirmesini istiyorum.
Quiero que Danny pase más tiempo con mi hijo.
Öyleyse CIA neden hedefini vuramayan bir atıcıyla vakit harcasın ki? Bilmiyorum, bilmiyorum.
Entonces, ¿ por qué la CIA se quedaría con el tirador que fallaría al blanco?
- Elbette anlıyorum, vakit nakittir.
Muy bien. Créeme, lo entiendo. El tiempo es dinero.
# Tek ihtiyacım düşünmek için biraz vakit #
# Solo necesito tiempo para pensar #
Herkes güzel vakit geçiriyor mu?
¿ Todo el mundo está pasando un buen momento?
Her zaman yanımda olduğunu, bana bir kulak olduğunu söylemek için bunun iyi bir vakit olduğunu düşünüyorum.
Y supongo que es un buen momento para decir que es muy importante para mí que siempre hayas estado ahí y siempre me hayas escuchado.
Ama... Orada iyi vakit geçirdim.
- Bueno, yo la pasé muy bien allí.
Öyle. Babamla vakit geçirmek benim için de olumlu oldu.
- Lo es, es positivo para mí pasar tiempo con mi padre.
- Neden benimle vakit geçiriyorsun ki?
- ¿ Por qué pasas tiempo conmigo?
Seninle vakit geçirmeye çalışıyorum. Önceden denedim. Üç yıl seninle konuşmadım ama işe yaramadı, şimdi bunu deniyorum.
Trato de pasar tiempo contigo, y ya intenté no hablarte por tres años y no funcionó, así que intento esto.
Bu yüzden benimle vakit geçirmeye çalışıyorsun demek.
- Esa es la razón por la que pasas tiempo conmigo ahora.
Tamam, bak hazırlanmak için üç günümüz var yani boşa vakit harcamamalıyız.
Vale, escuchad, solamente tenemos tres días para prepararnos, así que no nos podemos permitir el lujo de perder más el tiempo.
Kız peşinde koşarak vakit kaybetme.
No pierdas el tiempo con chicas.
Boşa vakit harcamaya gerek yok.
No hay razón para perder más tiempo.
- Pardon, şakalar için kötü bir vakit sanki.
Perdón, ¿ mal momento para hacer bromas?
İlk olarak, aramadan sonra biraz vakit geçmesini bekledim. Ve Glen'e çocukları göle götürmesini önermeyi düşündüm.
le dije a Glen, entonces, en primer lugar, ya sabes, conté dentro de mi cabeza... cuánto tiempo debe pasar después de la llamada, y luego abrir mi boca para sugerirle a Glen que se lleve a los niños al lago,
Bu kızla ne kadar vakit geçirdin?
¿ Cuánto tiempo pasaste con esta chica?
Ne kadar vakit geçirebiliriz?
¿ Cuánto acceso tendría?
Daha vakit dolmadı.
Aún no es el momento.
# # Tek ihtiyacım düşünmek için biraz vakit #
¿ Por qué nos rompemos en pedazos?