Dolù Çeviri Fransızca
23,655 parallel translation
Etrafımdaki herkesin mükemmel sandığı kusurlarla dolu bir hayat yaşıyordum.
Je vivais cette vie par défaut.
Şehir, Strix'i dışarı atmak isteyen insanlarla dolu.
La ville est pleine de gens qui veulent voir les Strix partir.
Onlarla dolu bir aile.
Une famille entière de monstres.
İnatçı ve öfkeyle dolu.
Têtu, plein de rage.
Mikaelson cadısının kanı.. .. içi kara büyüyle dolu.
Le sang d'une sorcière Mikaelson, imprégnée de la magie noire.
- Kusura bakmayın, ellerim dolu.
Désolée, j'ai les mains prises.
Bloktan erzak dolu bir kamyonla çıkmak istiyor.
Il veut sortir du bloc avec un pick-up plein de provisions.
Geçiş izni ve tamamen dolu bir kamyon.
Le laissez-passer et un pick-up avec le plein.
Erzak dolu, insanlardan uzak, güvenli.
C'est hors limites et sécurisé.
Her yer su dolu...
Il y a une tonne d'eau.
Eğer 2016'yı hiç terketmeseydim çocuğumun sevgi dolu bir babası olacaktı ve Palmer Tech, Savage'ın dünyayı ele geçirmekte kullanacağı bir robot ordusu üretmeyecekti.
Si je n'avais jamais quitté 2016, mon enfant aurait eu un bon père, et Palmer Tech n'aurait pas continué à construire une armée de robots que Savage utilise pour conquérir le monde.
Bu benim saadet dolu çocukluğum be, dinine yandığım!
Je vis mon enfance, bon sang!
Anne, şapkam dolu gözyaşlarıyla!
La doublure de mon pull est imbibée de larmes.
Şekerlerin umacılarla dolu.
Tes bonbons sont fourrés aux chupacabras.
"Bardağın yarısı boş" ve "Bardağın yarısı dolu" der.
"Le verre est à moitié vide" ou "le verre est à moitié plein".
Benim için yarısı boş veya yarısı dolu değildir.
Pour moi, il n'est ni à moitié vide ni à moitié plein.
Her zaman dolu.
Il l'est toujours.
Evet, ama bu yalan ve belirsizlik dolu ilişkiyi devam ettiremem.
Bien sûr, mais on ne peut pas continuer comme ça, dans le provisoire.
Bu pislik dolu kutularla iş yapamam.
Je ne peux rien faire avec ces sacs de mélasse.
O zaman niye bu çuval dolu köpek bokunu kapıma bırakıp kaçıyorsun?
Pourquoi avoir laissé ce sac de merde en feu devant ma porte?
Metnin "cinayet" ve "yolsuzluk" gibi çarpıcı başlıklarla dolu bir dili var.
Il contient des mots qui feraient scandale. Des mots comme "meurtre", "corruption."
Papazlarla dolu. Kısacası senin çift kızı yener.
Full aux rois, ce qui bat votre paire de reines.
Anlarsın, çocuklarımın doğum gününü bile hatırlamıyorum ancak şiddet dolu, ruh kemiren olaylar beynime kazınıyor.
J'oublie la date d'anniversaire de mes enfants, mais... les faits violents qui dévastent l'âme restent gravés dans ma tête.
Bu dolu ama.
Celui-ci est plein.
- Neyle dolu?
- Pleins de quoi?
- Yük odası sığınmacılarla dolu.
La baie des cargos est pleine de réfugiés
Sen ve suçlularla dolu arkadaşların tarih boyunca yakıp yıktınız.
Vous et votre bande d'assassins, vous avez perdu le contrôle à travers le temps.
10 yaşında Zaman Efendileri'yle dolu bir evde mutlu mesut yaşayabiliyorum.
Je peux gérer facilement Avec une maison pleine de Maître du temps âgé de 10 ans, je pense que je peux parfaitement m'occuper de cette version adulte.
Gitmek istesek bile Zaman Gemileriyle dolu bir hangarda etrafımız çevrili.
Et même si nous le voulions, nous sommes dans un hangar encerclés par une armada de vaisseaux temporels.
Üçkağıtçılarla dolu bir şehirde gayet normal.
Oui. Et ne refaites jamais ça.
Üçkağıtçılarla dolu bir şehirde gayet normal.
Typique dans une ville de charlatans.
İhanetle dolu uzun bir hikaye.
Longue histoire remplie de trahison.
Başka bir adamla ilgili şehvet dolu hislerim geçmedi.
J'ai toujours des pensées lascives pour un autre homme.
Çocuklarla dolu bir odada ateş açtı.
Il a tiré dans une salle pleine d'enfants.
- Yanisi, kulüp her gece ağzına kadar dolu.
Ce club est bondé toutes les nuits.
Ürkütücü, kötülükle dolu gizli bir oda.
C'est une pièce secrète diabolique. Vous n'étiez pas au courant?
Huzur dolu.
Idyllique.
Eğer o kadar kişi senin umursamaz, kuruntu dolu eylemlerinden dolayı ölmeseydi vicdani gaddarlığın daha ikna edici olabilirdi Non.
Ton indignation ne pourrait être plus entendue, Non, mais beaucoup sont morts de vos actions irréfléchies.
Hayır tabi. Ama bu tarikatındakilerin ona avuçlar dolu para vermesini engellemiyor.
Mais ça n'empêche pas les scientologues de lui filer leur blé.
- Julie bir dolu pislik verdi hepsine bakamadım.
Julie m'a offert des trucs. J'ai pas tout écouté.
Sahte evraklarla dolu bir çekmece sahte plakalar, araç numaraları her şey burada.
Un tiroir entier de fausses immatriculations, de fausses plaques, de numéros de série. La totale.
Her nesil kayıp, batık durumda çocuklarla dolu ve onların yalnız olmadıklarını duymaları gerek. - Aynen.
Chaque génération grouille de jeunes perdus et abîmés qui ont besoin d'entendre qu'ils ne sont pas seuls.
- Umarım o şey dolu değildir.
J'espère que ce truc n'est pas chargé.
Cepleriyse ayin ekmeği ile dolu değildi.
Et leurs poches étaient pleines d'hosties.
İki elin de dolu mu?
Tu as les deux mains pleines?
Hayır, efendim, ama garajda kullanılmış kontörlü telefonlarla dolu bir kutu bulduk.
Non, mais nous avons trouvé une pleine boîte de téléphones prépayés dans le garage.
Çatışma, Tamika Weaver ve üç yaşındaki oğlu Jeremiah'nın faili meçhul cinayetlerinden sonra arka arkaya yaşanan şiddet dolu 5. güne damgasını vurdu.
Cette fusillade marque le cinquième jour de violence consécutif après le meurtre non résolu de Tamika Weaver et de son fils de 3 ans, Jeremiah.
Herkes bir şeyi bilmek üzere, Gary. Ve şimdi de ben seni, tıpkı senin beni bıraktığın gibi bırakıyorum. Kafeslerle dolu bir yerde, gidecek hiçbir yerin olmadan.
Tout le monde saura quelque chose, Gary, et maintenant je te quitte comme tu m'as quitté... dans un endroit rempli de cages, avec nulle part où aller.
Ancak öğrendiğim şey, onlara gerçekten yardım edebilmek için hayatlarını dolu hissettirmeniz gerektiğiydi.
Mais j'ai appris que pour vraiment les aider, il faut qu'ils aient l'impression que leur vie est remplie.
Dolu hissettirmek.
En avoir l'impression.
Dolu mu o?
Elle est chargée?