Öldügün Çeviri Fransızca
316 parallel translation
Bana Hong Kong'da suikastta öldügün söylenmişti.
Je vous croyais mort à Hong Kong.
O kapılar yalnızca üç kez açılır içeri girdiğin zaman, cezanı çekip bitirdiğin zaman ya da öldüğün zaman!
Ces portes ne s'ouvrent que trois fois. Quand on entre, qu'on a fait son temps ou qu'on est mort!
Derler ki öldüğün gün ismin bir buluta yazılırmış.
Le ciel est nuageux. On dit que le jour de sa mort, on lit son nom sur un nuage.
Ama önemli olan ne zaman değil de... nasıl öldüğün değil midir?
Mais est-ce important comment un homme meurt ou quand... lorsqu'il sait que cela va arriver?
Peki, sen öldüğün zaman?
Et quand tu mourras?
- Öldüğün falan yok!
Vous ne l'êtes pas!
Öldüğün zaman senin karın olduğumu haykıracağım.
Quand vous mourrez, je pleurerai "J'étais sa femme."
Öldüğün zaman gömülecek ve unutulacaksın.
Quand vous mourrez... vous serez enterrée et oubliée.
Senin nasıl öldüğün dünyanın umurunda mı?
Qui se soucie de la façon dont vous mourrez?
Albuquerque'de öldüğün söyleniyordu.
On dit que tu t'es fait tuer à Albuquerque.
Öldüğün güne kadar bu adam mı olacaksın?
Tu vas rester le même jusqu'á ta mort?
Belki öldüğün zaman bunun üstesinden gelebilirsin.
Je pense qu'une fois mort, on s'en remet.
Hadi, Pablito, öldüğün falan yok.
Mais non, Pablito, tu ne meurs pas.
Doğu'da öldüğün zaman, cesedini fazla bekletmezler.
Quand on meurt en Orient, on se débarrasse vite des cadavres.
Benim tesellim olmadan öldüğün için üzgünüm.
Vous êtes partis sans que j'aie pu vous embrasser.
Öldüğün zaman, bu demektir ki, beyin ölür.
Quand on meurt, c'est que le cerveau meurt.
Hatta öldüğün zaman, seni onun içinde gömerler.
À ta mort, on peut t'enterrer dedans!
Büyü biraz. Öldüğün zaman, geberdiğin zaman!
Allons cesse d'avoir peur, quand je t'aurais tué tu verras que j'ai raison!
Öldüğün zaman cennete gideceksin.
À votre mort, vous irez au paradis.
Öldüğün zaman kim olduğun fark etmez.
Ce sera plus vraiment important quand vous serez mort.
Otobana girdim ve aniden senin öldüğün fikrine kapıldım.
J'arrivais sur l'autoroute, et j'ai soudainement eu le sentiment que tu étais mort.
Öldüğün zaman, seni kimin öldürdüğünü bilmeni istiyorum.
Quand tu meurs, tu veux savoir qui t'a tué.
Ölüm hepimizi bulacak Oruku saki fakat seni daha kötü şeyler bekliyor onursuz bir şekilde öldüğün zaman.
La mort arrive pour tous, Oruku Saki... mais quelque chose de plus terrible arrive pour toi. Quand tu mourras, ce sera... sans honneur.
Uçakta kayboldun. Kayıp olarak bildirildin, öldüğün varsayıldı.
Tu te perds en avion, tu es porté disparu, présumé mort.
Öldüğün zaman, serbest kalabilirsin. Sen, benimsin.
Quand tu seras mort, tu pourras partir.
Öldüğün zaman, acı biter.
Quand tu meurs, plus de peines.
* Öldüğün güne dek. *
Jusqu'au jour où l'on se pend
Öldüğün zaman, ölürsün, o kadar!
Quand tu meurs, tu meurs. C'est tout!
Haber, senin mürettebatınla birlikte öldüğün şeklinde olacak.
Pour tout le monde, vous êtes mort avec votre équipe.
Onlar, öldüğün zaman, asla gerçekten ölmediğini
Ils croient que même quand tu meurs, tu n'es jamais
Jack sen öldüğün günden beri elbiselerini değiştirmedi.
" Jack n'a pas changé de vêtements depuis que tu es morte,
Öldüğün zaman başka bir hayatın olmayacak.
Lorsque tu meures, tu n'as pas d'autres vies.
Öldüğün zaman... nasıl yaşadığını bilmen gerekir.
Quand on meurt... on doit savoir comment on a vécu.
Tıpkı... öldüğün zaman cennete gitmek gibi.
Quand tu meurs, tu vas au ciel.
Ama bana senin öldüğün söylendi.
Mais on m'a dit que vous étiez mort.
Yaşlanîp öldüğün zaman, bana bakan koruyucu meleği kovup... onun görevini sen devral bari.
Quand tu seras vieux et que tu mourras, tu ferais bien de virer mon ange et de prendre sa place.
Öldüğün zaman özel bir ilgi göreceğine eminim.
Quand vous irez au ciel, vous serez bien reçue.
Kendinle bir gün yaşayabileceksin Mulder,... öldüğün gün.
Vous saurez vivre avec vous-même... Ie jour de votre mort.
Çamaşır makinesi, araba, CD çalar, elektrikli konserve açacağı sağlıklı yaşam, düşük kolesterol, diş sigortası ev kredisi, ilk ev, günlük kıyafet, valiz, oturma grubu tak-yap ürünleri, oyunlar, abur cubur, çocuklar, parkta yürüyüş, 9-5 mesai iyi golf oynamak, araba yıkamak, süveter seçmek, aileyle Noel emekli maaşı, vergi muafiyeti, oluk temizliği geçinip gitmek, geleceği düşünmek, ve öldüğün gün.
Le lave-linge, la voiture, le lecteur CD, un ouvre-boîte électrique, la santé, le cholestérol, la mutuelle dentaire, les traites, la baraque, le survêt, les valises, le salon, le bricolage, les jeux télé, le fast-food, les gosses, les balades au parc, 8 h par jour, le golf, laver la voiture, tout un choix de pulls, les Noëls en famille, l'épargne, les abattements fiscaux, déboucher l'évier, s'en sortir, voir venir, le jour de sa mort.
Sen öldüğün sürece.
Tant que vous mourez.
Öldüğün zaman kötü ruhların arasına konuldun, değil mi?
On t'a envoyé chez les méchants?
Öldüğün yer.
Là où tu es morte.
Ölüp ölmediğin değil... nasıl öldüğün sayılıyor.
Il ne s'agit pas de savoir si tu vas mourir... c'est la façon dont on meurt qui compte.
Öldüğün zaman..... yokolursun...
Quand tu meurs... tu disparais.
Ve o da öldüğün de, bu onun için çok büyük bir şok oldu.
Et quand il est mort ça a été un trop gros choc pour elle.
Kalsa da, kalmasa da sen öldüğün sürece benim için fark etmez.
peu m'importe... du moment que vous êtes mort.
Evimize uğrayıp öldüğün için sağol?
- Quoi? Merci d'être venu mourir ici?
Hani derler ya öldüğün zaman tüm yaşamın gözlerinin önünden geçermiş?
Tu sais, on dit que quand on meurt, on voit sa vie défiler devant ses yeux.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu senin öldüğün görev.
En fait, vous oui.
Öldüğün zaman bu bebeği alabilir miyim?
A ta mort, je pourrai le donner à ma fille?
Sanırım öldüğün hakkındaki tüm hikâyeler doğruydu.
Toutes ces rumeurs au sujet de ta mort sont vraies.