Tekı Çeviri Portekizce
162,377 parallel translation
Tek yapmamız gereken o veletlere birini öldürtmek.
Ouviste? Só precisamos que um dos fedelhos mate alguém.
Dr. Orwell'in hipnozunun tek kurbanları Charles ve ben değilmişiz.
Eu e o Charles não fomos as únicas vítimas da hipnose da Dra. Orwell.
Tek başıma daha iyiydim, komplolarım net ve açıktı, içlerinde fantezi ürünü bilim kurgu numaraları da yoktu.
Estava melhor sozinho, quando as minhas tramas eram simples, diretas e não envolviam truques complicados de ficção científica.
Çünkü burada göreceğin tek şey Keder ve dehşettir
Aqui só há horror E contratempo no ar
Annemle babamın sırlarıyla aramızdaki tek şey...
A única coisa entre nós e os segredos dos nossos pais...
Tek gereken ağır bir şey ve devasa bir kaşık.
Preciso de uma alavanca, um contrapeso e uma colher muito grande.
"Her kütüphanede kafanızda bir yangın gibi yanan soruyu cevaplayacak tek bir kitap vardır."
"Em todas as bibliotecas, há um livro que responde à pergunta que queima como um fogo na mente."
Bu ızdırabı görmek istiyorsanız sormanız gereken tek bir soru var.
Se quiserem encarar esta infelicidade, façam uma pergunta a vós mesmos.
Tek söyleyebileceğim, arayan her kimse...
Só posso dizer que, quem quer que fosse...
Bence onu gerçekten onurlandırmanın tek yolu katilini bulmak.
Acho que a única maneira de realmente honrá-la é apanhar este assassino que lhe tirou a vida.
San Diego'da büyürken tek duyduğun T.J.'in ne kadar tehlikeli olduğu.
Quem vive em San Diego só ouve dizer como Tijuana é perigosa.
Gördüklerim arasında hayal gücüyle daha da güzelleştirilemeyecek tek yer.
É a primeira coisa que vejo que suplanta a imaginação.
Tek şok yaşayan o değil.
Não é a única.
Ancak bir hata yapıldığı ortada ve yapılacak tek şey düzeltmek.
Mas o erro foi cometido e há que corrigi-lo.
Çıktığımızdan beri tek kelime etmedin.
Ainda não abriste a boca.
Bir kulede yaşayan bir prenses olduğumu hayal etmeyi severim ya da atını savaşa süren Jeanne D'Arc ya da perişan bir gelin olurum. Deniz kıyısında yaşayıp kimseyle konuşmayan çünkü hayattaki tek gerçek aşkı gemisi batınca dalgalarda kaybolmuş ve geri dönmemiştir.
Gosto de imaginar que sou uma princesa numa torre, ou Joana d'Arc a batalhar, ou uma triste noiva que vive à beira-mar sem falar com ninguém, porque o seu único e grande amor desapareceu quando o navio em que seguia naufragou!
Artık gerçekten istediğim tek şeyin bu olduğunu anladığımdan kızıl saç takıntımı boş verebilirsin.
É o meu único grande desejo. Esquece o meu cabelo ruivo.
Öyle, çünkü sana baktıklarında tek gördükleri oğulları.
Isso é porque quando olham para ti, tudo o que eles veem é o seu filho.
Uzaylıların tek ihtiyaç duydukları şey düzeni sağlayacak bir kaynaktı ve bunu onlara biz teslim ettik. Hem de savaşmadan.
Os raps só precisavam de um recurso de modo a manter o controle, e nós entregamos-lho, sem lutar.
Kendilerine, hayatta kalmanın tek yolunun düşmana katılmak olduğunu söyleyen insanlardan.
Homens e mulheres que disseram a si mesmos, que a única maneira de sobreviverem é juntarem-se ao inimigo.
Tek ihtiyacımız olan bloğumuzun arkasında birleşmek.
Nós só temos de nos unir atrás da lei do nosso bloco.
Tek sıra.
Fila única.
Tek istediğim, sağlıklı ve verimli bir Los Angeles kolonisi.
Tudo o que eu quero... é uma colónia saudável e produtiva em Los Angeles.
Tek umurumda olan şey Amy.
Tudo o que me interessa é a Amy.
Tüm düşmanlarım tek yerde.
Todos os meus inimigos no mesmo sítio.
Önceden bunların yaşanmamasının tek nedeni Lexa'nın öncülük etmesidir.
Só ainda não aconteceu antes por ordem da Lexa.
Kaçınılmaz olan tek şey Praimfaya.
A única coisa inevitável é a Praimfaya.
Onların bizi kurtarabilecek tek şey için savaşmasına izin veremem.
Não posso deixar que lutem por aquilo que pode salvar-nos.
Kaçınılmaz olan tek şey Praimfaya.
A única coisa inevitável é o Fogo Primordial.
Skaikru sığınağı tek başına almayacak.
Os Skaikru não ocuparão sozinhos o bunker.
Biz tek bir klanız.
Somos um só clã.
Şayet tek bir klan hayatta kalacaksa, bu bizimki de olabilir.
- Se apenas um clã pode sobreviver, - mais vale que seja o nosso.
Bellamy zamanında yetişebileceğimiz tek kişiydi.
O Bellamy foi o único a quem conseguimos chegar a tempo.
Bak, senden öğrenmeyi istediğim tek şey...
- Olha, só preciso de saber se tu...
Tek önemsediğin şey kendin.
Só queres saber de ti próprio.
Geriye kalan tek sizsiniz.
São tudo o que me resta.
Skaikru oturumda onursuzluk gösteren tek klan değildi.
Os Skaikru não foram os únicos que desonraram o Conclave.
Tek bir insanın suçundan bütün klanı sürmeyeceğim.
Não irei banir um clã inteiro por causa dos pecados de uma única pessoa.
Beni durdurmanın tek yolu bu.
É a única forma de me impedires.
Biz tek bir klanız.
Somos Um Clã.
Skaikru sığınağı tek başına almayacak.
Os Skaikru não ocuparão o bunker sozinhos.
Tek bir vuruşta halletmen gerekecek.
Vai ter de ser um tiro a matar.
Beni durdurabilmenin tek yolu bu.
É a única forma de me conseguires parar.
Skaikru sığınağı tek başına almayacak, hepimiz paylaşacağız.
Os Skaikru não ocuparão o bunker sozinhos. Vamos dividi-lo.
- Tabi tek derdimiz de buydu.
- É a única coisa que te interessa.
Tek seçenek buydu.
Era a única escolha.
- Tek seçenek, aynı zamanda bir tezat.
A única escolha. Também é um oximoro, já agora.
- İnsanlar peşinden geliyor, bu sayede onlara ilham veriyorsun, hayatta kalacağımızdan emin olmanın tek yolu bunu da kullanman. - Clarke...
- Clarke...
Tek başıma yeterince zeki değilim.
Mas sozinha não sou suficientemente inteligente.
Tek başına taşımak için çok ağır, 3 dediğimde.
É demasiado pesado para o levares sozinho. Vou contar até três.
Bir kez daha, tek yapmamız gereken, bunu kuledeki bağlantı kutusuna takmak
Mais uma vez. Só tens de ligar isto à caixa de derivação da base da torre.