English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ C ] / Circumstantial

Circumstantial translate Turkish

652 parallel translation
Circumstantial evidence.
Dolaylı bir ipucu.
Sure, the evidence was only circumstantial.
Tabii, kanıt da tesadüfiydi zaten.
Considering the circumstantial evidence, if you were my attorney, how would you advise me to answer?
Şu anda gördüğün delillere bakarak avukatım olsaydın bana ne tavsiye ederdin?
It's just what the law calls circumstantial evidence.
Bu hukukta tam anlamıyla karine ( eğreti kanıt ) denilen şey.
Someone else claims he heard the killing, saw the boy run out after, and there was circumstantial evidence.
Başkaları sesleri duyduğunu, çocuğun koşarak ayrıldığını iddia ediyor, ve ikinci dereceden deliller var.
I had to talk to him about circumstantial evidence, his past record, and because he trusted me, he admitted to everything I asked for.
Ona tali kanıtlar, geçmiş sicili konusunda konuşmak zorunda kaldım, ve bana güvendiği için, istediğim her şeyi kabul etti.
Vole seems caught in a web of circumstantial evidence.
Vole, ikinci derece kanıtlar ağına yakalanmış zararsız birine benziyor.
A mass of circumstantial evidence.
Pek çok ikinci derece kanıt var.
My lord, members of the jury, the prosecution has very ably presented against the prisoner, Leonard Vole, a case with the most overwhelming circumstantial evidence.
Sayın yargıç, jürinin saygıdeğer üyeleri, iddia makamı, mahkum Leonard Vole aleyhinde büyük bir ustalıkla, gelmiş geçmiş en rastlantısal kanıtlardan oluşan suçlamasını sundu.
So we may say that in circumstantial evidence, this trial is deadlocked.
Bu nedenle bu davanın, bu koşullar altında çıkmaza girdiğini söyleyebiliriz.
There is circumstantial evidence to indicate that... Mayella Ewell was beaten... savagely... by someone who led, almost exclusively, with his left.
Mayella Ewell'in, hemen hemen hep sol elini kullanan... birisi tarafından... vahşice dövüldüğünü... gösteren tali deliller bulunmaktadır.
Evidence so obviously circumstantial prejudiced and contrived making one innocent man a scapegoat.
Deliller, masum bir adamı günah keçisi yapmak için önyargılarla bir yolunu bularak duruma uydurulmuş.
It's monstrous, circumstantial, utterly without reason.
Bu düpedüz sebepsiz ve haince bir suçlama.
I know what they mean by "circumstantial evidence."
"İkinci dereceden deliller" dendiğini biliyorum.
This is circumstantial evidence.
Bu ikinci derecede bir kanıt.
In an adultery suit it's now enough to bring circumstantial proof and he's done for.
Yasalara göre, zinayı kanıtlamak için suçüstü yapmaya gerek yok. Tek bir kanıtla kocanın işi tamamdır.
Of course, the fact that he has paint all over him and paintings stuck on his feet is merely circumstantial evidence.
Tabi ki, aslında üzerine dökülen ve ayaklarına bulaşan boyalar ancak dolaylı kanıt olabilir.
Put there as a circumstantial touch.
İkinci derece bir etki yaratsın diye içine koymuşlardır.
Only on circumstantial evidence, he is a logical suspect.
- Anne. İkinci derece kanıtla bile olsa o mantıklı bir şüpheli.
We don't know there is contamination. The evidence is only circumstantial.
Etkilenme var mı bilmiyoruz.
But I've got a pretty strong circumstantial case.
Fakat oldukça güçlü dolaylı kanıtımız var.
In the Revolution there compulsion, only circumstantial.
O anki koşullar dışında, devrim sırasında zor kullanma diye bir şey yoktur.
The Mafia is a phenomenon based on circumstantial evidence.
Mafya olayı ikinci derece delillere dayanan bir olgu.
Unfortunately, the fact that my client was captured the night of the robbery... traipsing around a museum in a guard's uniform... might seem to an uninformed juror slightly more than circumstantial evidence.
Maalesef, soygun gecesi bekçi elbisesiyle... müzede dolaşırken yakalanmış olduğu gerçeği... bilgisi olmayan bir jüriye, tesadüften daha fazlası gibi gelebilir.
The anguish of the innocent man, trapped by circumstantial evidence. - It wasn't a performance.
İkinci derece kanıtlarla köşeye sıkışmış masum bir adamın sıkıntısı.
Circumstantial trivia.
İkinci dereceden ufak şeyler.
In intelligence all evidence is, of necessity, circumstantial, but Cross had bank accounts with considerable assets in Zurich, under the number 30-98-71.
İstihbaratın bütün kanıtları, gereksinimler, tesadüfler Cross'un Zürih'te yüksek miktarda parasının olduğu bir hesabı vardı 30-98-71 numaralı hesapta.
Circumstantial but enough to convict Caine.
İkinci dereceden ama Caine'i mahkûm etmek için yeterli.
When are you police going to realize that it takes more than circumstantial evidence to convict a man of a crime?
Siz polisler bir suçluyu mahkum etmek için ikinci dereceden kanıtlardan çok daha fazlasının gerektiğini ne zaman anlayacaksınız?
No. Mostly it was circumstantial, I agree.
Hayır, çoğunlukla ikinci dereceden, katılıyorum.
All the evidence is circumstantial.
Bütün kanıtlar ikinci dereceden.
Prosecution has presented only circumstantial evidence that Charles Wilson shot and killed Detective Frank Ochoa on the night of May 14.
Savcılığın hazırlamış olduğu iddianameye göre that Charles Wilson shot and killed Detective Frank Ochoa 14 Mayıs'ta öldürdüğü iddia ediliyor.
The poo-pooing alone is a court-martial offence! I can assure you, Sir, that the poo-pooing was purely circumstantial.
Evet, annen bunu sana vermemi rica etmişti.
Circumstantial.
İkinci dereceden.
In which case, I should explain that my presence here this evening could either be termed as circumstantial or the force of destiny.
Bu durumda, bu gece benim burada olmamı açıklamam lazım. Belki de bu kaderin gücü olarak da görülebilir.
The circumstantial evidence points to Julien Vercel... who disappeared 3 days ago.
Güçlü tahminler emlakçı Julien Vercel üzerinde toplanmış durumda. Kendisi 3 gündür bulunamıyor.
Circumstantial evidence was so strong that the case has been referred to the Assizes.
Kuvvetli deliller neticesinde dava Geçici Mahkeme Oturumuna havale edildi.
Circumstantial evidence.
Buna kanıt mı diyorsun sen?
But, your Honour, the charges are based purely on circumstantial evidence.
Ancak Sayın Yargıç, suçlamalar kesin kanıtlara dayanmıyor.
It's circumstantial.
Dolaylı bir delil.
There are two witnesses and some circumstantial evidences.
İki şahit ve bazı ikinci derece deliller var.
Circumstantial evidence. We'll be dead in a week.
Dolaylı kanıtlarla bir haftada işimizi bitirirler.
It... he's circumstantial evidence.
O... ikinci derecede delil.
Circumstantial evidence, Jack.
- Bu ikinci derece delil Jack.
I agree the evidence is circumstantial but I think the net is drawn pretty tightly around Fitzroy Simpson and I believe he is our man.
Delillerin ikinci derece deliller olduğuna katılıyorum. Ancak yollar çoğunlukla Fitzroy Simpson'a çıkıyor. Ben de adamımızın o olduğuna inanıyorum.
The evidence is circumstantial at best.
Durumla ilgili deliller apaçık.
Oh, you see, the evidence against him is largely circumstantial.
Kanıtlar çoğunlukla ikinci derece.
We're not talking circumstantial evidence.
İkinci derece kanıtlardan konuşmuyoruz.
I can assure you, Sir, that the poo-pooing was purely circumstantial.
Sizi temin ederim ki efendim, küçümsemek sadece ve sadece durumla ilgiliydi.
is going to arrest me with all that circumstantial claptrap?
palavralarla tutuklayacağını mı sanıyorsun?
The case was shaky, largely circumstantial and he wanted a recommended death penalty from the jury.
Şüpheli bir davaydı, kanıtlar yetersizdi. Ama o jürinin idam cezası vermesini istiyordu.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]