English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Gleam

Gleam translate Turkish

147 parallel translation
The moonless gleam of your nights restless,
"Duru karanlığını, aysız ışıltısını,"
I was just a gleam in my father's eye.
Babamın gözlerinde bir pırıltıydım.
That faint gleam of light.
Şu zayıf parlayan ışık.
That luminous water... it takes its gleam from millions of tiny dead bodies.
Ya şu yakamoz... Milyonlarca minik canlının ölü bedenlerinin parlamasından başka bir şey değil.
For a lost handkerchief, you certainly have a peculiar gleam in your eye.
Kayıp bir mendil için gözünde çok tuhaf bir pırıltı var.
Vitajex Puts the gleam in your eye
Vitajex, ışık saçar gözleriniz.
Vitajex puts the gleam in your eye
Vitajex, ışık saçar gözleriniz.
You've got that gambler's gleam in your eye.
Senin gözünde kumarbazın ışıltısı var.
The gleam in your eyes is so familiar a gleam
Gözlerindeki ışıltı öylesine aşina ki.
The gleam in your eyes
Gözlerindeki ışıltı,
Is so familiar a gleam
Öylesine aşina ki.
The gleam in your eyes is so familiar a gleam
Gözlerindeki ışıltı, öylesine aşina ki.
The gleam in your eyes
Gözlerindeki ışıltı
So that gold necklaces will gleam brighter
Ki altın gerdanlık daha İyi parıldasın
Not many people have seen it, nor caught the faintest gleam of the ice-green cave in the deep green sea in the heart of the cold sea-stream, where the sea-mare hides her young sea-colt wrapped in a shy sea-dream.
Çok kişi onu görmemiştir, ne de, soğuk denizin yeşil derinliklerinde o baygın parlaklığı, burada deniz atları kendi yavrularını kollarına almıştır.
Gleam in its eye Bright as a rose
Gözlerinde ışıltı, gül kadar parlak
You can see the flame of it coming into clear, blue sky up in the sunlight, beginning to gleam.
Kümülüsün gri renginin üstündeki alevini görebilirsiniz. Güneş ışığında parlamaya başladı.
It isn't exactly a fatherly gleam in your eye when you look at Dallas.
Dallas'a bakışların pek babacan değil gibi.
Danny, you've got that gambling gleam in your eye.
Danny, gözünden belli, kumar oynayacaksın.
They gleam and shine for it is a prize of the gods, a Golden Fleece.
Tanrılara armağan olduğu için parıldıyor. Altın bir post.
You go from one journey to another living dangerously in the gleam of an unsheathed sword.
Bir seyahattan diğerine gidiyorsun. Kınından çıkmış bir kılıcın tehlikeli gölgesinde yaşıyorsun.
Our star's delicacy, skin tone and bone structure compete with her glowing smile and the impish gleam in her eye.
Yıldızımızın inceliği ve dış görünüşü canlı gülüşü gözlerindeki afacan bakışlarla çelişiyor gibiydi.
I will have a psychedelic gleam in my eye at all times
Gözlerimde her zaman Hayal gördüren bir parıltı olacak
Ever drifting down the stream, lingering in the golden gleam.
Asla aşağı sürüklenmez altın parıltı içinde kalan.
And gleam
Ve ışık saçmasını
Let the lower lights be burning Send a gleam across the wave
Bırak alt ışıklar yansın dalga boyunca bir ışıltı göndersin.
They see this gleam in my eye, but I'm only thinking ahead.
Gözlerimdeki ışığı görürler ama sadece ileriyi düşünüyorumdur.
The way he looks at you there is an evil gleam in his eyes, false it scares you, like the eyes of the unknown god.
Bakışları.... gözlerinde şeytani bir parıltı var, sahte gibi..... aynı o isimsiz tanrının gözlerine benziyor gözleri.
- Just a gleam.
- Sadece bir parıltı.
It's the one with the gleam of intelligence.
Parlak olani. Zekilikten parlar.
... a gleam in the eye of Set.
Set'in gözündeki bir parıltı.
I saw a faint gleam of light at the other end of... the black cave of doom.
Nihayet kör talihin karanlık dehlizlerinde cılız bir umut ışığı görebilmiştim.
A few days before Christmas... his eyes would begin to gleam with a wild and ravenous light.
Noel'e birkaç gün kala gözleri aç kurtlar gibi vahşice parıldamaya başlardı.
The tissues of hard muscles weaken like hoary oxen at the plough and no longer when night falls do two wings gleam behind me
Sert kasların dokuları zayıflıyor pulluktaki kırlaşmış öküz gibi ve artık gece düştüğünde arkamda iki kanat ışıldamıyor.
And I can tell by the gleam in his eye, he's gonna be dynamite with the ladies.
Ve yüzündeki parıltıdan kadınlarla arasının süper olacağını da anlıyorum.
Well, new suitcases, new rings, and the gleam in the gentleman's eye.
Yeni bavullar, yeni yüzükler ve damadın gözündeki ışıltıdan.
Give him a pair of eyes with that come-hither gleam
Parlayan bir çift göz ver ona
"My beloved has a naughty gleam in her eyes"
" Sevgilimin gözleri sevgiyle parıldar! '
I was selling shoes when you guys were a gleam in a New York taxicab driver's eyes.
Siz daha New York taksi şoförünün gözünü alan bir ışıkken ben ayakkabı satıyordum.
I was king of these streets before you were the gleam in the eyes of a couple of strangers at an Eagles concert.
N'aber Al? N'beri şu, sen bir Eagles konserinde, birkaç yabancının gözünde daha bir noktayken, ben sokakların kralıydım.
The chair recognizes the little chick with the gleam of hope in her eyes.
Valilik, sözü, gözleri umutla parlayan bu küçük bayana veriyor.
When you walk through the woods... if you walk through the dark woods at night... if you have a glimmer, a small gleam of light before you... then you needn't feel the night... nor darkness, fatigue. Nor the branches as they whip your face.
Ormanda yürürken gece, karanlık ormanda yürürken uzakta, hafif parlak bir ışık görürsünüz o anda, geceyi, karanlığı, yorgunluğu yüzünüze çarpan dalları unutursunuz.
That luminous water, it takes its gleam from millions of tiny dead bodies, the glitter of putrescence.
Milyonlarca minik canlının ölü bedenlerinin parlamasından başka bir şey değil. Çürümüşlüğün parıltısı.
# Thou silver moon with softer gleam
# Hafif parıltısıyla gecemizi aydınlatan Ay.
It's painfully obvious what's attracting you the gleam of her jackboots, her dangling nightstick, the glint of her handcuffs hanging on her leather belt.
Parlak siyah botları, sallanan copu, deri kemerinde asılı duran parıltılı kelepçeleri.
A mad gleam in his eye.
Gözünde delice bir parıltı vardır.
And somewhere beneath the gleam of hatred in those eyes lurks the certain knowledge of its impending death and it begins to know fear.
Ve bir yerde gözlerinde nefret ışıltıları altında yaklaşan ölümünün kesin bilgisi ile pusuya yatar. ve korkuyu tanımaya başlar.
I've been doing this since before you were a gleam in your dad's eye.
Sen daha babanın aklından bile geçmezken ben bu işi yapıyordum.
In a bright gleam, I was... certain Shadrach had once swum here too... some sweltering August nearly 100 years before.
Bir anda anladım ki ; yaklaşık 100 yıl önce, bunaltıcı bir Ağustos günü Shadrach da buralarda yüzmüştü.
Lingering in the golden gleam.
Altın parıltı olarak kalan.
"l want to see again in the eyes of youth the gleam of the beast of prey."
Hitler şöyle demişti : "Gençlerin gözlerinde bir kez daha yırtıcı hayvanların pırıltısını görmek istiyorum."

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]